Girişelim arkadaşlar!


Girişimci

Kasım ayının ilk pazar günü Robert Kolej‘in geleneksel mezunlar günüdür. Galatasaray’ın pilav günü gibi. Bizimkinin adı “Homecoming” dir. Türkçesiyle “Yuvaya Dönüş”. Her yıl, yüzlerce mezun biraraya geliriz. Bu sene yaklaşan bayram tatilleri dolayısı ile erken yapıldı, 24 Ekimde. İyi de oldu, pastırma yazında Robert Kolejin bahçesi ve korusu harika olur.

Eski mezunları görmek hem keyifli hem hüzünlüdür. Bizim sınıf, “12 Eylül nesli”, bu sene 30. mezuniyet yılını kutlarken Milenyum mezunları da 10.senelerini kutluyorlardı. 50. mezuniyet yıllarını kutlayan 27.Mayıs nesli arasında dayımız, annelerimizin sınıf arkadaşları vardı. Görkemli bir yoklama töreni yapılır. Bu sene en kıdemli mezun 1937 mezunu bir agabeyimizdi. Atatürk hayattayken, daha annem doğmadan, Robert Kolej’den mezun olmuş ve mezunlar gününde gayet dinç bir şekilde ayağa kalkıp tüm salonu eğilerek selamlıyor. Ne zerafet!

Hocalarımızı da görürüz. Münir ve Aydın hocalar, Esposito, Phillips, Ozballar her sene ordadırlar. Biraz da bizleri okula geri çeken onları orada bulacağımızı bilmemizdir.

Her ne kadar mezunlar gününü hiç kaçırmasam da yeni nesilleri  tanımak için yetersiz olduğunu düşünürüm. Daha ziyade onlar bizi tanıyor. Bu sene bu sayı şaşırtıcı derecede artmıştı. Facebook, twitter, linked-in, blog derken görüşmediğimiz, tanışmadığımız, ama bizim nesli tanıyan genç dostlarımızla şahsen de tanışma fırsatı buldum. Son on yıldaki Reform Kurumsal maceramızı da, LBT Varlık’ı satın alma ve büyütme hikayemizi de gayet yakından takip etmişler, ediyorlar. Onların bu ilgisi karşısında çokça şaşırıp, gururlandım ama biraz da kendimi yaşlanmış hissettim.

Milenyum sınıfı, 2000 mezunlarının durumu daha farklı. Onlar 28-30 yaşlarında, hayatlarının ikinci dönüm noktasındalar. Ne yapsam? Kendi işimi mi kursam? Daha erken mi? Kendi sınıf arkadaşları ile hasret gidermek kadar, içinde bulunduklaru karar aşamasında daha eski mezunların fikrini almak istiyorlar, belki de zaten verdikleri kararı doğrulatmak istiyorlar.

“Homecoming” de bir de Plato’da futbol turnuvası yapılır. 11’erden nizami sahada. Bu turnuvada her sene bizden daha yaşlı bir sınıfa düşmeyi ve hiç olmazsa bir-iki tur atlamayı hayal ederiz, ama nafile. Her sene daha genç sınıflar turnuvaya katılır, bizim nesiller emekli olurken… Biz geçen sene kendimizi turnuvadan emekli etmiştik. Bu sene de 79 mezunlarının jübilesi oldu sanki! Bu turnuvalarda genç nesiller ile maç yapmak, “terbiye olmak” açısından faydalı ve yeterli olsa da, sporun kardeşliği çerçevesinde yeni dostluklar da gelişir. İşte bu turnuva maçlarından birinde bizi “terbiye eden” gençlerden biri olarak tanıdığım bir okuldaşım, bu sene karşılaştığımızda kendi işini kurmaya giriştiğinden bahisle, “girişimcilikte başarılı olmanın sırlarını” sordu. Ben de kendisine ilk işimi 38 yaşımda kurduğum için bu soruya en doğru cevabı verecek kişinin ben olmayabileceğimi söyledim ama dinletemedim. Bir önceki gün gördüğüm “Social Network” filminin de etkisiyle girişimcilik konusundaki gözlemlerimi paylaştım.

Bizim nesil 1980’den bu yana büyük girişimciler gördü. Bill Gates (Microsoft), Steve Jobs (Apple), Michael Dell (Dell Computer), Howard Schultz (Starbucks), son olarak da Facebook kurucusu Mark Zuckerberg. Türkiye’de Hüsnü Özyeğin ve Erol Aksoy gibi bankacılar bir neslin iş yapış şeklini değiştirdiler. Onlardan sonraki nesilde, finansal aracılık alanında Mehmet Kutman ve Mahmut Ünlü, özel yatırım fonu alanında Murat Çavuşoğlu, Seymur Tarı, İsak Antika sadece kendi işlerini kuran değil, aynı zamanda bir çok girişimcinin de hayatını etkileyen, örnek aldığı kişiler olarak ön plana çıktılar.

Bu kişilerin illaki üç ortak noktasını bulmak gerekirse:

  1. Akıl
  2. Cesaret
  3. Kısmet

diyebiliriz, dedim. Hemen bi soru: “Herkesin  aklı yok mu? Kolej, Boğaziçi, MBA…Akılsız birinin bu eğitim kurumlarına girmesi yeteri kadar akıllı olduğunu göstermez mi?”

Akıl, elbette eğitimle alakalıdır, ancak bu yeterli değildir. Vizyonerlik, eğitimden ziyade, merakla, tutkuyla  gelişen bir “sağ beyin” özelliği. Çoğu zaman MBA sahibi olmak dezavantaj olabilir. Akıllı olduğunu gösterecek başka özelliklerin olsa iyi olur. Örneğin:

  • İçgüdü.
  • Duygusal ve kavramsal zeka.
  • Sokak çocuğu becerileri.

Bu özellikler -beynin sağ tarafı, yaratıcı ve kavramsal akıl- iş kurma açısından MBA’de okuduklarından, analiz yeteneğinden ve yönetici zekasından daha önemlidir. Elbette işi büyüteceğin zaman bu özelliklerin yoksa perişan olabilirsin ama o daha sonranın konusu. Bir çok girişimci, henüz girişim safhasındayken, büyütme safhasına geçemeden batar.

Tam tersine başkalarının kurduğu işleri inanılmaz boyutlara büyüten, 1980 sonrasının efsane CEO’larının da herhangi bir girişimcilik başarıları yoktur. Jack Welch (General Electric), Lou Gerstner (IBM), Larry Bossidy (Allied Signal)… İşi kuran “Girişimci” ile büyüten “Yönetici”  %99 ihtimalle farklı kişilerdir. Hüsnü Özyeğin’in kurduğu imparatorluğu profesyonel yöneticiler büyüttü. Ömer Aras, Fevzi Bozer, Onur Umut ve son olarak Sinan Şahinbaş.

Bu nedenle Bill Gates ve diğerlerini bütün dünya tanıyor. İstisna oldukları için, beyinlerinin sağ tarafı en az sol tarafı kadar iyi çalıştığı için, analiz yetenekleri ve yaratıcılıkları aynı derecede baskın olduğu için… Hem kurdular hem de başarı ile büyüttüler. Çok nadir görülmekle birlikte bu iki kimliği de başarı ile taşıdılar.

İşi kurarken oluşturduğun kültür, yıllarca şirketi taşır. Kurumsallaşma ise sonraki yıllarda şirketin büyümesiyle, üst kademesinin profesyonellere geçmesi ile oluşur. Kültürü oluşturan da girişimcinin içindeki tutku, inanç ve değerlerdir. Girişimcinin karakteri şirketin kültürünün ana yapı taşıdır. Girişimcinin bağrındaki yangının ateşlediği inanç sistemi, enerji ve ilham zamanla organizasyon ve süreçler ile dengelenir. Bu dengeyi kuracak yöneticilerin de beyinlerinin sol tarafının çok gelişmiş olması gerekir. Beynin sol tarafı erken devreye girerse, şirket kültürü oluşamadan, farklılığı anlaşılamayan, karaktersiz, ruhsuz bir makinaya dönüşür.

Bugün çok yakından tanıdığınız iki markayı, iki ürünü kıyaslayın. Aynı markanın iki ürününü 20 yıl arayla kıyaslayın. Hangisini kurucusu hangisini profesyoneller yönetiyor, hangisi kuruluş yıllarında hangisi büyüme yıllarında yapılmış, hemen anlarsınız.

“Peki ya, “cesaret”, zamanla kazanılan bir özellik midir, yoksa zamanla azalır mı? 3-5 sene daha beklesem cesaretim artar mı, azalır mı?”

Tanıdığım girişimciler hayallerinin peşinde koşacak cesareti olan adamlar. Çoğu kişinin endişeleneceği durumlarda kendilerini ateşe atan adamlar. “Alem ne der?” diye düşünmüyorlar. Kaynaklarının kıtlığından şikayet etmiyorlar. Zaten şikayet edenden de başarılı girişimci olmuyor. Tam tersine her şeye fazlası ile sahip olduklarını düşünüyorlar. Bu iyimserlik işler büyükçe başlarına dert açıyor ama bu safhada lokomotif görevi görüyor.

Geçenlerde Forbes dergisinin “en zenginler” listesindeki her 3 kişiden 2’sinin “sıfırdan” başladıklarını öğrendim. Türkiye’de bu oran herhalde daha da yüksektir. Cesaret olmadan nasıl olabilir ki? Yokluk önemli bir motivasyon. Ama her yoksul insandan da girişimci olmuyor. Girişimcinin “karnındaki ağrı”, “içindeki ateş” ve “beynindeki hayaller” onun cesaretinin ardındaki motivasyon. Adam mutsuz, tatminsiz, “içi içini yiyor”. Aklında bir fikir var ve o anda onun düşündüğü ürün yok, veya eksik veya çok pahalı. Bu mutsuzluğunu gidermek için gözü hiç bir engeli, eksikliği görmüyor.

Böyle bakınca “hiç bir zaman geç değil” demek daha emniyetli bir cevap ama her işin kendi yaşı var. Danışmanlık işi kuracaksanız 38 erken bile sayılabilir. Moda tasarımı için 18 bile geç olabilir.

“Kısmet niye son sırada? Bir çok iş adamı tesadüfen başarılı olmamış mı?”

Bu soruya “Social Network” filmini seyrettikten sonraki gün cevap vermek kolay gibi. Filme ilham veren kitabın adı “Accidental Billionaires” yani Türkçesiyle “Kazara Milyarderler”.

Ne kadar akıllı olursanız olun, ne kadar mangal yürekli olursanız olun, kısmetli değilseniz, “top iki direğe birden çarpıp” dışarı çıkabilir, kısmetliyesiz aynı top kalecinin önündeki tümseğe çarpıp, kaleye de girebilir.

Doğru zamanda doğru yerde olmak, tesadüfi karşılaşmalar, izah edilemez bağlantılar çoğu zaman işinizi kolaylaştırır, yolu ve zamanı kısaltır. İnsan zaman zaman kendi şansını kendi yaratır ama yine de “Kör Talih” diye bir karakter hep var. Kısmetin rolünü kabul etmeyi kadercilik olarak algılamamak, tam tersine bu akıllı, cesur, hırslı,agresif girişimciye biraz serinkanlı, mütevazi, alçak gönüllü olması için bir motivasyon olarak görmek gerekir. İnsanın kendi kontrolü dışındaki gelişmeler hep olacaktır. Bu şekilde kaybetme ihtimalinin olduğunu bilmek, şansın yaver gitmeyebileceğini anlamak, girişimcinin inancını, cesaretini ve dinamizmini korumak için de gereklidir. Bir girişimci çocukluğundan itibaren bir çok şeyi dener. Bunların çoğunda kısmetli olmasını yeterli görmesi gerekir. Her defasında “görünmeyen el” yardıma gelmeyecektir.

Sabrınız için teşekkürler. Sizin de fikirlerinizi merak ediyorum. Yorum kısmına yazarsanız sevinirim.

Girişelim arkadaşlar!” üzerine 3 yorum

  1. elio arditi

    Larry Ellison(Oracle)in soyledigi “iyi bir girisimci paranoyak olmalidir” manasina gelen sozlerini de unutmamali diye dusunuyorum.

    Liked by 1 kişi

    1. Eliocuğum, Andy Grove’un “only the paranoid survive” adlı kitabı da benzer bir özelliği önemser. Bilhassa hızlı gelişen teknoloji dünyasında “next big thing” ne olacak, kim çıkaracak baskısı, olmayanı da paranoyak yapar.

      Liked by 1 kişi

Yorum bırakın