Sanal Holding Yönetim Kurulu 2000 yılı Tutanakları


2000 Yılında GLOBUS dergisi benden hayali bir aile holdinginin yönetim kurulu toplantı tutanaklarını yazmamı istedi.

12 ay boyunca keyifle yazdım.

Elbette o güne kadar bulunduğum yönetim kurullarının bende bıraktığı intiba işin özünü oluşturmakla birlikte, kişiler tamamen hayalidir.

Bazı konular o günlerin güncel konuları bazıları da hep güncel.

Umarım siz de okurken keyif alırsınız.

…………………………..

Ocak 2000

Başkan Selahattin Bey: Hoşgeldiniz. Yeni bir yılın hatta yeni bir asrın ilk toplantısını yapıyoruz. Allah, ailelerinizle beraber, sağlık ve saadet içersinde geçirmeyi nasip etsin. İdare meclisi azaları ve müşavirlerimizin huzurlarında toplantıyı açıyorum. Çocuklar hariç herkes burada herhalde.

Genel Sekreter Pertev Bey: Cem Bey ile Aslı Hanım mazeretlerini beyan ettiler.

Başkan Selahattin Bey Cem, bayram tatilinde vakit kaybı olmasın diye Londra’da ortaklarımızla toplantılar ayarlamış. Telefon ihalesinin eli kulağında sayılır. O orada. Aslı’yı ise bizi internet işine soktuğundan beri hiç göremez oldum. Amerika’da galiba. “Rekabet çok hızlı” diye diye dünyayı dört dönüyor. Neyse, biz işimize bakalım, gündemimizde neler var?

Genel Sekreter Pertev Bey: Son toplantımızda şirketlerin bütçeleri takdim ve müzakere edilmişti. Ancak oylanması ve kabulü bu toplantıya bırakılmıştı. İkinci sırada, şirketlerin personele yapacakları zamlar konusunda prensip kararı alınması hususu var. Son olarak, bütçelerinde sermaye tezyidi talep eden şirketlerle ilgili karar almamız gerekiyor. Uygun görülenleri Umumi Heyet toplantılarına yetiştirirsek iyi olur.

Başkan Selahattin Bey: Bütçe ile başlayalım. Siz bütçeleri hazırladıktan sonra memlekette fevkalade mühim hadiseler oldu. Deprem vergisi, Ortak Pazar’a aday olmamız, döviz kurunun zapt-ı rapt altına alınması, IMF anlaşması vesaire, bütçeleri tadil etmemizi gerektirmez mi acaba? Şöyle ki, özel sektörde mühim bir değişiklik hissediyorum. İki ay öncesine kadar 2000 yılı enflasyon tahmini olarak % 40-50 aralığına göre bütçe yapan şirketler, bugün artık %20-30 mertebesinde bir enflasyon hedefi terennüm ediyorlar.

Genel Koordinatör Metin Bey: Para programının ve Avrupa Birliğine adaylığımızın açıklanması üzerine grup şirketlerinin üst düzey yöneticileri ile beyin fırtınası yapmak üzere hafta sonunda bizim otele kapandık. Durum değerlendirmesi ve alternatifli çalışmalar yaptık. Örneğin, enflasyon %20, devalüasyon %20, bono faizi %30 varsayımıyla yaptığımız çalışmada perakendecilik, enerji dağıtım ve tekstil şirketlerimizin negatif etkilendiğini gördük. Bankamız ile turizm, gıda, otomotiv , beyaz eşya ve gayrımenkul şirketlerimiz ise düşük faiz ve istikrar ortamında iş hacminde 1999’a göre patlama bekliyorlar. Ancak, hem İhsan Hoca’nın hem de diğer sektör başkanlarının talebin hemen canlanması konusundaki tereddütlerini dikkate alarak, Yönetim Kuruluna teklifimiz, bütçeleri olduğu gibi onaylamak ve gelişmeleri yakından izleyerek, gerekiyorsa yaz başında revize etmek şeklinde olacak.

Başkan Selahattin Bey: Yahu, herkes bankalar menfi etkilenecek diyor, bizimki niye müspet olsun ki?

Banka Genel Müdürü Güven Bey: Kısa vadede herkes olumlu etkilenecek, sorun ise uzun vadede. Bono faizlerinin düşmesi tüm bankalara yarayacak. Ayrıca düşük faiz ortamında bilhassa tüketici kredileri alıp başını gidecektir. Faizlerin düşmesi geçen sene dönmeyen kredilerin bir kısmını da canlandıracaktır. Bu da çok pozitif. Ancak bankacılığın genel sorunu olan bankacılık karlarının düşüklüğü sektörün geleceğine soru işaretleri düşürüyor. Pozisyon açıp, Hazine bonosu almak o kadar karlıydı ki, bir kaç istisna dışında kimse verimlilik çalışmalarına kaynak ayırmadı. Şimdi bono karları üçde birine düştü. Bu sene herkes bir şekilde idare eder ama seneye takke düşecek, kel görünecek. Biz hazırlıklıyız. Yatırımlarımızın karşılığını alma zamanı geldi.

Başkan Selahattin Bey: Peki, biz daha düne kadar perakendecilik ve enerji dağıtım işlerimize istikbalin işleri diye bakmıyormuyduk? Borsada da en iyi performansı gösteren hisseler bunlar değilmiydi? Keza tekstil. Bu ülkenin en büyük sanayii. Şimdi menfi etkilenecek diyorsunuz.

Genel Koordinatör Metin Bey: Efendim, bu söylediğiniz analizler yapılırken hiçbirimiz aylık enflasyonun %1-2 seviyelerine düşeceğine inanmadığımız için bu sektörlerin yumuşak karınlarına dokunmuyorduk. Şimdi vadeli alıp, peşin satan ve elinde tuttuğu nakdi değerlendirerek kar eden kuruluşlar aylık faizler %2.5-3’lere düştüğünde, zorlanacaklar. Tekstildeki problem başka, biraz da bizim yapımızdan kaynaklanıyor. Tüm işletmelerde kendi sendikalı işçimizle çalışıyoruz. İmalatın çoğunu ihraç ediyoruz, hepsi kayıtlı. İç piyasa satışlarımızın da tamamına yakını faturalı. Toplu sözleşmelerden gelen 6 aylık ücret artışları %25-30 civarında. KDV oranları arttı. İthal pamukdan randıman alamıyoruz. Söke’de pamuk fiyatı hükümeti dinler mi? Euro sadece %20 artarsa maliyet artışlarını karşılayamayız.

Başkan Selahattin Bey:Bir de geçen sene olduğu gibi Euro, Dolar karşısında zayıf gitmeye devam ederse, yandı gülüm keten helva desene! Bu tekstil işinden bizim bir an önce çıkmamız lazım. Baba mesleği müteahhitlikten niye vazgeçtik? Kayıt-kuyut düzeni kurulup, büyük şirket disiplini içersinde karlılığı temin edemediğimiz için değil mi?. Tekstilde de aynı yere geldik, duvara tosladık diye düşünüyorum.

Prof. İhsan Bey: İhtiyatlı olmakta fayda var. Hükümet rüzgarı arkasına aldı, borsa tavana, faizler de dibe vurdu. Yaza doğru bir kademe daha düşebilir. Kur sepetinin önümüzdeki dönemde alacağı değerler bugünden belirlendi. Para politikası da yalnızca enflasyon hedefine kilitlendi. Özel kesim de bu nedenle ikna olmuş gözüküyor. Kamu kurumları mal ve hizmet fiyatlarını bu hedefe göre belirleyecekler. Bu da enflasyonun frenlenmesinde önemli etki yaratacak. Ancak program ne kadar destek görürse görsün, reel sonuçların ortaya çıkması ancak 2000 yılının ikinci yarısında gerçekleşmeye başlayacaktır.

Başkan Selahattin Bey: Hocam lafı uzatmadan söyle! Bunlara inanıyor musun?

Prof. İhsan Bey: Artık programın yüzde seksen uygulanacağını ve enflasyonun bir ölçüde düşeceğini biliyoruz. Unutmayalım enflasyon düşürme bir hap değil, bir süreçtir. Yapısal reformlarla desteklenen, birbiriyle tutarlı, güçlü, itibarlı, ve süreklilik arzeden, maliye, gelir, para ve kur politikalarının koordineli biçimde uygulanması gerekir. Özelleştirmeler ve tarımsal sübvansiyonların kaldırılması konusunda ne derece cesur olabilecekleri çok önemli. Buğday, tütün ve çay taban fiyatlarını görmeden yılın ikinci yarısını tahmin etmek pek zor. Memurlara yapılan düşük zam zaten bu kesimin satınalma gücünü düşürdü. Tarımda da aynı şey olursa, talebin canlanması 2001’e kalır. Ancak 2002’de de iyice rahatlarız. O zaman değil 3, 6 sıfır bile atabiliriz.

Başkan Vekili Hurşit Bey : Ağabey, siyaseti ihmal etmeyelim. Şu anda önümüze konan bu paketin bir sahibi, bir lideri yok! Baştaki yöneticilerin zengin bir ekibi de yok. 1980’de Turgut Ağabey programının sahibi idi. Kriz halinde ne yapılması gerektiğini bilen ve birbirine güvenen 20 kişilik bir ekibi de vardı. Şimdi de iyi sonuçlara ulaşmak için sahiplenen bir kişi ve ekibi vitrinde olmalı. Konuşmalı, güven vermeli! Bazıları Devlet Bahçeli Bey’i öne itmeye çalışıyor ama o sanki kendini bir dahaki seçimlere saklıyor. Önümüzde bir Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Nisan sonu, Mayıs başı belli olacak. Seçim mevcut sistem içersinde yapılacak gibi gözüküyor. Kimse başkanlık sistemini veya cumhurbaşkanını halka doğrudan seçtirmeyi benimsemiyor. Asker de buna karşı gibi. Yani Baba banko. Ancak ikinci defa seçilme sorunu hallolmaz veya uzatmaya gidilmezse, işin ucu hükümetin değişmesine kadar varabilir. O zaman da ne istikrar kalır ne de program.

Başkan Selahattin Bey:Benim aklım hala faizlerde ve dövizde! Geçen gün TÜSİAD’da mevzu açıldı. Herkes bir ümitli, görme! Ben fikirlerimi söylemeye korktum. Ertesi gün gıda şirketimizde ecnebi ortaklarımızla İdare Meclisi toplantısı yaptık. Adamlar Türkiye’ye bir güveniyor, şaştım kaldım. “Kapasite arttıralım, yatırım yapalım, zaman kaybetmeden şirket satın alalım” diyorlar. Dayanamadım patladım. Çok affededersiniz, “ulan, geçen sene işler tepetaklak gittiğinde bankalara %140 faiz ödemeyelim, sermaye arttıralım” dediğimde hep yokuşa sürüyordunuz. Ne oldu da 9-10 ay içinde böyle değiştiniz? Tabii, cevap yok. Vatandaş depremdeki beceriksizliklerden yaka silkiyor, vergilerden illallah demiş, devletine itimadını kaybetmiş. Yabancılar ise tam tersine İsviçre’den paralarını çekip, getirip bonosunu alacak kadar itimat ediyor bu devlete. Ne diyorsun İhsan Hoca?

Prof. İhsan Bey: Kilit sözcük, “beklenti” Selahattin Bey! Kartopu gibi de büyüyerek hızlanıyor meret.. Beklentiler, olumsuz olunca, işler daha da kötüye gidiyor. Şimdi ise bilhassa dış dünyada beklentiler olumlu yönde. Güneydoğu’da gelinen nokta ve bütçeye etkisi çok olumlu. Dış politikada sorun çıkaran değil sorun çözen ülke konumuna geldik. Komşularımızla ticaretimiz artmaya başladı. Amerika’nın Ortadoğu’da bize biçtiği rol ve bu rolü hakkıyla yapabilmemiz için verdiği destek de cabası. Avrupa Topluluğu kapısından ciddi bir hasar almadan girdik. Elinde 3 kuruş tasarrufu olan yabancı, treni kaçırmamak için 21.yüzyılın yıldızı diye lanse edilen Türkiye’ye yatırım yapmak istiyor. Son 3 ay içinde bonodan veya borsadan kazanılan para da biliniyor. Bu da mıknatıs gibi yeni yatırımcıları çekiyor.

Başkan Vekili Hurşit Bey : Hocam, sen yakın zamana kadar çok kötümserdin. Taraf mı değiştirdin?

Prof. İhsan Bey: Bakın, Hurşit Bey! “Gelecek iyi olacak” diye düşünmekle geleceğin iyi olması garanti olmaz. Geleceğin iyi olması kişilerin alacakları bilinçli kararlara bağlıdır. Bunların reel sonuçlar yaratması gerekir. Borsada gerçek yükselmeler ancak reel ekonominin olumlu gelişmeler göstermesi halinde ortaya çıkar. Ekonomi 99 yılında yüzde dört küçülmüş. Reel ekonomi küçülürken yükselen bir borsa, balayı gibidir, kısa sürer. Bu tür programların kendine has risklerini unutmayalım. Türkiye’nin bu tür programları geçmişte de deneyip yarı yolda terk etmiş olması başlıbaşına bir risk.

Genel Koordinatör Metin Bey: Bir-iki aydır yerli-yabancı banka ve aracılarla konuşmaktan asli işimize bakamaz olduk. Hepsinin derdi aynı. Yabancı ortak getirelim. Banka olsun, perakendecilik olsun, turizm olsun hepsine talep var. Bir kısmı da halka açık olmayan şirketlerimizi borsada halka açmayı teklif ediyorlar. En ilginci, gayrımenkul finans şirketlerinin Türkiye’ye gelmeleri. Pazarlamakta sıkıntı çektiğimiz ortadireğe yönelik projelerimiz için büyük bir imkan. Şimdilik 5-10 yıl vade konuşuyorlar. İleride 20-30 yıla da çıkarlar. Tabii mevzuat yetersiz. Bu fırsatları değerlendirebilirsek, bizim için artık cazibesini kaybetmiş olan tekstil gibi iş alanlarından çıkabiliriz.

Başkan Selahattin Bey: Mevzuat hususunda Adalet Hanım’dan faydalanabilirsiniz. Cem Amerika’dan döndüğünde böyle bir projesi vardı. İşte 30 yıl vadeli ev satışı, ipotek karşılığı falan. Ben de İhsan Hoca’ya sormuştum. O da yüksek enflasyon ortamında uzun vadeli fon bulunamayacağını söylemişti. Ben yine de çocuğun hevesi kırılmasın diye projeyi durdurmadım. Onlar da Adalet Hanım’la beraber mevzuatı incelediler ama fazla mesafe kaydedememişlerdi.

Hukuk Müşaviri Adalet Hanım: Doğrudur efendim. 90’lı yılların başıydı. Enflasyon yine böyle %45’lere düşmüştü. Cem Bey bizden bir çalışma istemişti. Esas sorunlar döviz bazında ipotek alınamaması, idarelerin konuya sıcak bakmaması, harçların yüksekliği ve bahsettiğiniz gibi sabit fiyatlı uzun vadeli fon bulunamaması idi.

Banka Genel Müdürü Güven Bey: Bildiğiniz gibi, geçen sene Bankamız, zor duruma düşen müşterilerinin kredilerini tasfiye edebilmek için yüklü miktarda gayrımenkul edinmek zorunda kalmıştı. Bunlar Hazine’nin bilgisi ve onayıyla alındı ancak Bankamızın bilançosu üzerinde olumsuz etkileri var. Kredili satış ve gayrımenkul yatırım ortaklıkları yoluyla bunlardan bir an önce kurtulmalıyız.

Başkan Selahattin Bey: Eskiden de böyle şeyler olurdu ama Banka emlak şirketimize kredi verir, emlak şirketi borçludan, doğrudan arsayı, binayı neyse satın alırdı. Banka’nın bilançosu tam temizlenmiş olurdu. Bu defa niye böyle yapılmadı ki?

Hukuk Müşaviri Adalet Hanım: Efendim siz de haklısınız, Güven Bey’de. Yeni Bankalar Yasası ile grup şirketlerinin grubun bankasından borçlanabilme imkanı epey sınırlandı. Hatırlarsanız size bu konuyla ilgili bir not vermiştik. Artık aile şirketlerinin banka sahibi olması zorlaşıyor. “Bankanız varsa başka bir işle uğraşmayın, bankaya elinizi sürmeyin” diyor devlet. Özünde çok haklılar.

Başkan Selahattin Bey Adalet Hanım pek güzel söylüyorsun da, senin bu devletin, kendi bankalarından elini çekebiliyormu ki, benden bunu istiyor. Bu devirde kredisiz iş yürümüyor. Hele işler büyüyünce bankasız hiç olmuyor. Rahmetli babam hep “Bankamıza el sürmeyin, gözünüzün içi gibi bakın!” dememiş midir? Gel zaman git zaman devlete iş yaptık, paramızı alamadık. Devlet kendisi dedi “sizin bankanız var. gidin oradan borçlanın” diye. Biz de mecburen “inşaatları bir an önce bitirelim” diye Banka’mızdan borçlandık. Hatırlasana siyasetçiler hangi sözlerini yerine getirdiler ki?

Başkan Vekili Hurşit Bey :Bunlar yetmezmiş gibi 5 yıl içinde 2 defa da servet vergisi aldılar. Tansu Hanım 1994’de hem kendini hem de bizi batırdı. Kriz patladığında elde stok, defterde alacak yakalandık. Cepte kuruş nakit yok. Adımız yüzsüz listelerinde çıkmasın diye gittik yine Bankadan aldık devlete verdik. Şimdi de depremi bahane edip bir daha yüklendiler. 1998’de herkesin yüzü gülmüştü ya, kazançlar çok güzel, ekonomi büyümüş… Gözleri kaldı bizim Ankara’dakilerin. 99 bitmiş hala 98 kazançlarından ek vergi alıyor, uyanıklar. 99’dan isteseler kuruş alamayacaklar. Allahtan Banka bonodan biraz para kazanmıştı da sesimizi çıkarmıyoruz. Ağabey, bizim maliyeci arkadaşlar karşı çıkacak biliyorum ama iyi kar ettiğimiz senelerden sonra biz bu karları Ankara’dakilere kaptıracağımıza, kriz yıllarına saklayacak yollar bulsak diyorum.

Genel Koordinatör Metin Bey: Hurşit Bey, karlar Bankada ve halka açık şirketlerimizde çıkıyor. Diğerleri arasında zaten biz vergi ayarlaması yapıyoruz. Bankada karlılığı düşük göstermek, kredibilite kaybı ile sonuçlanıyor. Bazı seneler bilançoyu karlı ve sağlam göstermek için makyaj yapmak zorunda kalıyoruz. Halka açık şirketlerde de bir taraftan SPK, bir taraftan analistler , sürekli projektörler üstümüzde.

Başkan Selahattin Bey: “Salkım Hanım’ın Tanelerini” hepiniz seyrettiniz her halde. Ben onun çok daha ağırını yaşadım. Hurşit o zaman küçüktü, hatırlamaz. Nerde şimdiki gibi basın, televizyon, internet falan. Millet itiraz dahi edemedi, çatır çatır evini, barkını sattı, vergisini ödedi. Ödeyemeyen de sürgüne gitti. Diyeceğim, yatın, kalkın, halinize dua edin. Bu millet, 15 yıldır savaşta para harcıyor. Üstüne de bir asrın felaketi çökmüş. Vallahi az bile vergi saldılar diyorum ben.

Genel Sekreter Pertev Bey: Müsaade ederseniz ikinci maddeye geçelim. Zira vakit daralıyor, aramızda niyetliler de var. Şirketlerin personele yapacakları maaş artışları ve ikramiyeler hakkında prensip kararı almamız gerekiyor.

Genel Koordinatör Metin Bey: İnsan kaynakları koordinatörümüzün hazırladığı bir çalışmayı sizlere Aralık ayı içersinde sirküle etmiştik. İsterseniz onun üzerinden görüşebiliriz. Bu çalışmaya göre ilk 6 ay için %25, ikinci altı ay için de %15 zam öngörmüştük.

Başkan Selahattin Bey: Bu personel zamlarıyla ilgili etüdler her sene gecikiyor, gelip son güne dayanıyor. Yine sıhhatli bir karar veremeyeceğiz. TÜSİAD’da toplantıda Erkut Bey “geçmiş enflasyona göre değil, beklenen enflasyona göre zam yapalım” diyordu. İlk 6 ay %15 ikinci 6 ay %10 gibi. Sizin hesaplarınız ise geçmiş enflasyonu telafi etmeye yönelik. Ben eskiden bu mevzuları ortaklarımla müzakere edip öyle karara bağlardım. O vakitler de beşimizin biraraya gelmesi zor olurdu. Hele şimdi İdare Meclislerinden de çekildiler, hiç görüşemiyoruz. Ben onları bayramdan sonra bir toplantıya çağırayım da umumi hatlarıyla onlara da anlatayım. Bilmelerinde fayda var.

Hukuk Müşaviri Adalet Hanım: Selahattin Bey, TÜSİAD’da neler konuşulduğunu basından takip ettik ama Metin Bey’in daha önce bahsettiği gibi, bizim toplu sözleşmelerin hepsinde geçmiş enflasyon artı bir şey yazıyor. Bundan farklı bir uygulama yapmamız çok zor. Ekim-Kasım aylarında sözleşme dönemi gelip de zammını alan şirketlerimiz var. Hem şirket içi beyaz yaka ile mavi yaka personel arasında, hem de grup içinde büyük dengesizlik yaratır. Yargı bu gibi konularda fazla esnek davranmaz.

Prof. İhsan Bey: Selahattin Bey, bu konu hep sorun oluyor. Sonunda da Metin Bey ve arkadaşlarının hazırladığı şekilde kabul görüyor. Ben de sizlere bunun hatalı olduğunu, yılın son gününde hem ikramiyelerin dağıtılmasının hem de yeni yıl maaş ve terfilerinin açıklanmasının çağdaş yönetim uygulamaları açısından daha doğru olduğunu söylüyorum. Ama korkarım bu sene de bu konuda pek ileri gidemedik. Hem, ortaklarınız, allah uzun ömürler versinler, sizin de buyurduğunuz gibi artık yönetimde görev almıyorlar. Bu da zımnen burada alınan kararlara saygı gösterecekleri anlamına gelir bence.

Genel Koordinatör Metin Bey: İhsan Hoca, dünyanın gerisinden vazgeçtik, Bankamız uygulamayı sizin söylediğiniz gibi yapıyor zaten.

Başkan Vekili Hurşit Bey: Nasıl yani? Hani ortak karar alıp, hareket edecektik?

Banka Genel Müdürü Güven Bey : Hurşit Bey, hatırlarsanız bir kaç sene önce 3-5 bankayı birden özelleştirmişlerdi. Eleman piyasası çalkalanmıştı. Ben de “kalifiye elemanlar birer birer kaçıyor, durdurmak için hemen yılbaşında iyi bir ikramiye ve zam açıklayalım” demiştim. Uygulama için Selahattin Bey’den yetki almıştım.

Başkan Selahattin Bey:Ben de bir mahzur görmemiştim. Ama o seneye mahsus diye konuştuğumuzu hatırlıyorum. Hep öyle yaptığınızı ben de şimdi duyuyorum.

Hukuk Müşaviri Adalet Hanım Haklısınız ancak bu tip konular personel tarafından hemen kazanılmış haklar listesine yazılır ve bir dahaki sene farklı bir uygulama yapmaya kalktığınızda isyan çıkar. Bu gibi durumlarda çok dikkatli olmak lazım.

Başkan Selahattin Bey: İsterseniz bekleyin, ben ortaklarıma bu mevzuyu bir götüreyim. Ya da şimdi burada orta yolu bulalım, kararı alalım. İlk 6 ay için %20 diyelim. İkinci 6 ay için daha vaktimiz var nasıl olsa!

Genel Koordinatör Metin Bey: Efendim, bu konu bizim açımızdan çok hassas. Bütçelerimizde büyüme öngörüyoruz. Ama insan gücümüze sahip çıkamazsak planları gerçekleştiremeyiz.

Başkan Selahattin Bey: Anlıyorum. O zaman biraz daha bekleyeceksiniz. Ortaklarımı hepiniz tanıyorsunuz, makul insanlardır. Ancak ülkenin topyekun enflasyonla savaşa girdiği bir dönemde hükümetin karşısında yer almamayı tercih edebilirler. Kendimize bir çok kusur atfetsek de, bu ülkenin önde gelen, sözü dinlenen, muteber şirketlerinden birisiyiz Allaha şükür. Bu bize gurur verdiği kadar bazı mesuliyetler de yüklüyor. Dikkatli olmamız lazım.

Genel Sekreter Pertev Bey: Efendim, sermaye tezyidleri ile ilgili karar almamız gerekiyordu.

Başkan Selahattin Bey: O mevzu bir dahaki toplantıya kalsın. Toplantı tarihini tespit ederken sömestre tatilini unutmayın. Torunlara sözüm var, kayağa götüreceğim. Çocuklar da ancak dönerler, vakit bulup dosyalara bakarlar. Bakarsınız Metin Bey bazılarına ortak bulur veya halka arzeder. O zaman da sermaye tezyidine hacet kalmaz. Bugün İdare Meclisi olarak beraber iftar yapalım istemiştim ama son anda kıramayacağım başka bir iftar daveti geldi. Hurşit’ciğim sen iftarda arkadaşlarla beraber olursun artık. Şimdiden bayramınızı kutlarım. Ailelerinize de hürmetlerimi iletin lütfen.

Globus’un 2000 Ocak sayısında Nihat Baran ismi ile yayınlanmıştır.

Şubat 2000

Başkan Selahattin Bey: Hoşgeldiniz. 2000 senesinin ikinci toplantısını İdare meclisi azaları ve müşavirlerimizin huzurlarında açıyorum. Gündemde neler var Pertev Bey?

Genel Sekreter Pertev Bey: Öncelikle Koordinatörümüz Metin Bey ile Bankamızın Umum Müdürü Güven Bey son vaziyet hakkında malumat arzedecekler. Daha sonra, Mart ayında yapılacak Umumi Heyet Toplantıları öncesi almamız gereken formalite kararlar var. Nihayetinde de geçen toplantımızda hazır bulunamayan Cem Bey telekom ihalesi, Aslı Hanım ise internet şirketimiz hakkında malumat arzedecekler. Metin Bey’le başlıyoruz.

Selahattin Bey: Geçen ay bütçeleri henüz revize etmeyelim demiştiniz. Fikirlerinizde bir değişiklik var mı?

Metin Bey: Henüz iç talep ile ilgili kalıcı olumlu bir gelişme göremiyoruz. Tabiri caizse herkes beklemede. Bazıları borsada, bazıları da parasını ilk 6 ayı geçecek şekilde faize koymuş, keyfini sürüyor. Enflasyonun hedeflenen oranlara düşmesi konusundaki beklenti yavaş yavaş yerini daha mutedil bir havaya bırakıyor. Bunu da sağlıklı buluyoruz.

Başkan Vekili Hurşit Bey : Bu hükümetin arkasında tarihi bir destek var. Aralarında bir tabansız olduğuna zaman zaman ben de inanıyorum ancak o kadar beceriksiz de sayılmazlar. Apo mevzuunu bile hallettiler. Enflasyon ne ki?

Prof.İhsan Bey: Müsaade ederseniz ben Metin Bey’in söylemek istediklerine biraz açıklık getireyim. Yeni yılda hükümet enflasyonu toptan eşya fiyat endeksi bazında %20’ye düşürmeyi hedefledi. Ancak 1999 enflasyonu %63 oldu. Ortalama enflasyonun altında fiyat artışları gören tek kalem tarım ürünleri. Ortalama fiyat artışları kamuda %118 iken özel sektörde %48 olmuş. Özel sektördeki göreli olarak düşük kabul edilebilecek fiyat ayarlamaları tarım ürünlerindeki düşük enflasyondan kaynaklanıyor. Tarım fiyatları da diğer sektörlerdeki ortalamalar kadar artsaydı, 1999 yılındaki ortalama enflasyon %70 civarında olacaktı.

Selahattin Bey:Bu rakamlar ışığında 2000 yılında enflasyon ne olur?

Prof.İhsan Bey: Kamu sektörünün yıllık bazda %20 oranında fiyat ayarlaması yaptığını varsayalım. Toptan eşya fiyat endeksinin yıl içinde %20 artması için özel sektörün de en fazla %20 kadar fiyat ayarlaması yapması gerekmektedir. Geçen yıl kamu sektörünün %118 fiyat ayarlaması yaptığı bir ülkede özel sektörün ertesi yıl %20 fiyat artışıyla yaşaması mümkün görünmüyor. Mümkün olacaksa, ekonomi şimdikinden de hızlı küçülecek demektir. Daha makul bir varsayım, özel sektörün geçen yılki fiyat artışlarına benzer şekilde 2000 yılında da %50 civarında fiyatlarını ayarlayabilmesidir. Bu şartlarda, toptan eşya fiyat endeksi 2000 yılı sonunda %36-40 civarında artacaktır. Reel ekonomik büyüme hızlanırsa, enflasyon daha da yüksek çıkabilecektir.

Selahattin Bey: Hocam yine içimizi karartmayı başardın.

Prof.İhsan Bey: O kadar da değil. 2000 yılı istikrar programıyla enflasyon %20’ye düşmese bile, bugünkü seviyelerinden daha düşük olacak. Dişimizi sıkarsak, ilerideki yıllarda enflasyonu tek haneli rakamlara da indirebileceğiz.

Metin Bey: İşte o zaman takke düşecek kel görünecek, efendim. Enflasyon ortamında üretimdeki verimlilik düşüşü ve maliyetlerdeki gereksiz artışlar saklanabiliyor. İstikrar için gerekli politikalar uygulandığında, neyin doğru neyin yanlış olduğu tartışmaları bitiyor. Enflasyonun düşük olduğu ortamlarda üretimdeki verimliliğin %0.5 değişmesi bir firmanın ya da sektörün zor duruma girmesine yetiyor. Düşünün ki, bütün yıl fiyatınızı hiç arttıramadığınız bir ortamda, %1 kazancınız verimlilikte %0.5 kayıpla yarı yarıya düşüyor. Verimlilik artışı ve kaynakların en kárlı biçimde kullanılmaları, çok daha önemli bir hale geliyor.

Prof.İhsan Bey: Devlet sektörel politikalara eğiliyor. Tarımda sübvansiyon mekanizmasını fiyat desteklemesinden gelir desteklemesine kaydırıyor. Verimlilik artışı için de, tarımda şirketleşmeyi teşvik etmeye başlayacak. Tarımdaki ölçeğin artırılmasıyla verimlilik artışları hedeflenmesi önemli olacak. Aynı şekilde, enerjide, taşımacılıkta, eğitimde, sağlık hizmetlerinde verimlilik öne çıkıyor. Dış ticaret ya da finansal sektörde liberalizasyonu değil, artık üretim sektörlerinde liberalizasyonu konuşmaya başlayacağız. Enflasyonsuz ortamda, yapılan küçük hataların büyük zararlara yol açtığının farkına varacağız. Yalnızca devlet değil, özel sektör de bazı sıkıntılar çekecek. Hep beraber daha fazla doğru yapmayı öğreneceğiz.

Selahattin Bey: İhracatımızın alınan mali kararlardan menfi etkileceğini söylemiştiniz. Gelişmeler nasıl?

Metin Bey: Döviz kuruna dayanarak yapılan stabilizasyon programlarında ihracatçıların sıkıntıya düşeceğini tahmin etmek için falcı olmaya gerek yok. İhracatçı kesim için en kestirme teşvik döviz kurudur ancak enflasyonu düşürmeye çalışan ve devletin döviz borcunun yüksek olduğu bir ülkede ihracatın teşvikinin yüksek kur politikası ile sağlanması mümkün değildir. İhracatımıza iki şekilde destek gelebilirdi, ya bizim ihracat yaptığımız ülke ekonomileri büyümeye başlar, bu da bizim mallarımıza talebi arttırır; ya da üretim maliyetlerinin düşmesi gerekirdi. Her iki konuda da geçen ay iyi haberler vardı!

Hurşit Bey : İyi habere hasretiz Metin Bey.

Metin Bey: Para piyasalarında ve kamu borçlanmalarında faizler düştü. Buna paralel olarak da Eximbank faizlerde indirim yaptı. Banka sisteminin maliyetleri de yavaş yavaş geçmiş parametreler değil, yeni faiz ortamı tarafından belirlendikçe ihracatçı ne de olsa sınırlı kaynağı ve oldukça katı bürokrasisi olan Eximbank dışında da daha ucuz kredi bulabilecek. Tabii ki ihracatçının maliyetlerinin düşmesinde faiz düşüşü tek başına yeterli değil, ama çok önemli. İkinci iyi haber de dışarıdan. Bizim ihracatımızın büyük bir kısmı Avrupa’ya. Avrupa ekonomileri de son birkaç yılda Asya Krizi ve kendi yapısal sorunları nedeni ile durgunlukta idiler, işsizlik yaşıyorlardı. Şimdi ise oldukça iyi haberler var. Almanya’daki işsizlik oranı son üçbuçuk yılın en düşük değerine ulaştı. Alman ekonomisi ile Fransız ekonomisinin kaderinin birbirine oldukça bağlı olduğunu, Fransa’da da işsizlik rakamının kasım ayında son yedi yılın en düşük değerine ulaştığını da hatırlatmak isterim. İngiltere’de de ekonomi büyümekte ve ücretler artmakta. Reel gelirler yükselirken geçmişte durgun olan sanayi üretimi artmakta ve konut piyasası canlanmakta. Avrupa Merkez Bankası Başkanı da büyümenin hızlandığı ve parasal genişleme görüldüğünü belirtti. Euro faizleri yavaş yavaş yükselmeye başlayacak. Avrupa büyür ve faizler de yükselirse euro dolar karşısında giderek kıymetlenir. Bu da Türk ihracatçısı için çok olumlu bir gelişmedir.

Hurşit Bey : IMF Türkiye’de bir temsilcilik açacağını duyurdu. Yer yerinden oynadı. Dünya Bankası da Ankara’da ofis açtığında bu çeşit görüşler ortaya atılmıştı. Kötü mü oldu? Eğer Dünya Bankası ile ilişkilerimiz yeniden düzelme aşamasına geldiyse, bunu, o ofiste Türkiye için çalışan ve bizleri seven insanlara borçluyuz.

Prof.İhsan Bey: Hurşit Bey, normal şartlarda bu konu ne haber olur ne de hükümet engelleyebilirdi. Hükümet IMF’nin Türkiye’de bir ofis açmasını ‘psikolojik’ nedenlerle uygun bulmadı. Şu sıralarda alınan ekonomik kararların bir çoğu IMF’nin dayatması olarak kamuoyunda eleştiriliyor. Bu ortamda, IMF Türkiye’de bir ofis açacak olursa, Hükümet ipleri iyiden iyiye IMF’ye kaptırdığı izlenimi verecek. Ofis açılması fikrinin kabul görmemesinin arkasındaki ‘psikolojik’ neden de bu. Nedeni ne olursa olsun, doğru kararlar alan hükümetler dahi, temel içgüdüsü olan ‘popülizm’ i bırakamıyor.

Selahattin Bey: Hocam doğru söylüyorsun da biz Türkler iş yaparken birisinin başımızda dikilmesinden pek hoşlanmayız.

Prof.İhsan Bey: Sonuçta, IMF’nin Türkiye’de ofis açıp açmaması fazla bir şey değiştirmez. IMF, kendi kellesini de ortaya koyup bir program yaparak Türkiye’ye önümüzdeki üç yıl içinde 4 milyar dolar vermeyi kabul ettiyse, gerekli gördüğü gözetim ve denetim mekanizmasının kurulmasını istemesi de gayet doğaldır. IMF’nin denetimini kamuoyundan saklamak anlamsızdır. Özellikle içinde bulunduğumuz şartlarda bu çeşit ayak oyunları daha da anlamsızlaşmaktadır. Avrupa Topluluğu’na tam üye olacak aday ülkeler arasına girdik. G-20 ülkelerinden biri olduk. Bunlar yabancıların bizim üzerimizdeki denetim ve gözetimlerini artıran olgulardır. Hızla küreselleşen dünyada artık başkalarının gözetimi ve denetiminden kaçmak imkansızlaşmaktadır. Yaptıklarımıza güveniyorsak, uluslararası denetim ve gözetimden korkmamamız gerekiyor.

Hurşit Bey : Bu Cottarelli cin gibi, uyanık adam. Ankara’ya geldiğinde Nurettin Bey’in otelinde sabah kahvaltıda karşılaşıyorum. Her sabah spor yapıyor. Hazinecilerle ve piyasanın ileri gelenleri ile görüşme yapmak için resmi ziyaret yapmasına da gerek yok. Hesap sormak için büro açmasına da. Fenerbahçe gündemden düşünce, Galatasaraylı da oldu. Şimdi her hafta “maça geldim” diye gelmezse nağmerdim. Avrupa Kupası maçlarında boynunda sarı-kırmızı kaşkol, elinde Türk bayrağı, tribünde Işıkara Hoca ile kucaklaşırken bile görebiliriz.

Selahattin Bey: Konu futbola gelince kifayeti müzakere addedilir. Evet Güven Bey, 5 bankaya el kondu da sektör ve piyasa rahatladı mı? Sen hep sektör kar etmiyor der, durursun. Şimdi kar edecek mi?

Güven Bey: Bankalar bir ticari işletmeden farksızdır Selahattin Bey. Tek farkı, mal yerine para alıp satarlar. Parayı ucuza alıp, aldığının üstünde bir fiyatla satarak kar ederler. Kar yapabilmeleri için, parayı mal etme fiyatlarıyla satma fiyatları arasındaki marjın faaliyet masraflarının üzerinde olması lazımdır. Bankaların, para alıp satma faaliyetleri dışında, verdikleri hizmetlerden elde ettikleri gelirler de vardır. Ama, bunlar faaliyet masraflarını dahi karşılamazlar. Dolayısıyla, amaç, kar etmekse, bankacılık zor iştir. Üstelik, uluslararası rekabete açıktır. Profesyonel yönetim gerektirir. Türkiye’de profesyonel bir banka yöneticisinin bütün bunlara dikkat etmesi ve en iyisini yapmaya çalışması bile, bir bankanın yeterince kar etmesini sağlamayabilir. Bir türlü kara geçemeyen bir bankanın eninde sonunda batması veya Fon’a devredilmesi ise kaçınılmaz oluyor. Ülkemizde her yıl bir veya birkaç banka battığına ve bankaların birçoğunun durumu da iyi olmadığına göre, bankacılık sistemimizde yapısal bir bozukluk var.

Hukuk Müşaviri Adalet Hanım: Şimdiki sistemde bankaların batmasının banka sahibine olan riski çok düşüktür. Bankalar iflas ettirilmediği için sahipleri müflis sıfatını almaz. Krediler dolaylı bir biçimde sahibine kullandırıldığı ve kuralların etrafından dolanıldığı için, buradan da banka sahiplerini borçlu çıkarmak zordur. Öte yandan, batacağı anlaşılan bankanın sahipleri, bankanın yönetim kurulunda bile yer almadıkları için, batıştan sorumlu dahi olmayabilirler. Devir gecesi en çok sevinen odur. Nihayet, bankasının pasiflerini devlete devredip kurtulmuştur.

Prof.İhsan Bey: Bankası zarar ederken, kendisi kar etmiş olan banka sahibi, bankasını elden çıkarmak ister. Devlet müdahale etmez ve bankasını Fon’a devredemezse, iflasa sürüklenebilecektir. Bu durumda, banka iştahı kabarık birine devredilir. Böylece, bankanın elde patlamasından kurtulunur. Devralanın uygulayacağı politikalar bellidir, çünkü zaman dardır. Mevduat faizleri aşırı yükseltilir, parlak bankacı çocuklar yönetim kuruluna getirilir, meşhur etme uzmanı reklamcılar tutulur; boy boy reklamlar verilir. Toplanan mevduat, bankaya el konulduğunda geri gelmeyecek krediler yaratılarak hortumlanır. Bir taraftan da, bankaya Fon’un el koyması için siyasilere ve bürokratlara haber yollanır.

Hurşit Bey : Siyasetçilerin seçim öncesi propaganda araçlarına ve paraya ihtiyaç olur. Hemen batırmak için banka arayan yandaşlar peydahlanır. Bunlar, ya başka bankalardan kredi alamayan ve banka sahibi olarak istedikleri kadar, kredi kullanma peşinde olan; ya da, aldıkları bankayı bir süre tutup, zamanı uygun olduğunda batıracak kişiye büyük karlarla devretmeyi planlayan işadamlarıdır. Gitmeden önce, yeni banka izinleri verilir. Ayrıca bazı becerikli bürokratları da unutmayalım. Özelleştirme İdaresi Başkanı, yüksek özelleştirme geliri peşinde olunca elindeki bankayı işi bilene değil, çok para verene satar. Zaten, çok para verene satmazsa, kendisinden çok hesap soran olacaktır. Çok para verenin bu parayı çıkarmak için, ne yapacağını o da bilmektedir, ama, seçeneği yoktur. Merkez Bankası Başkanı, daha önce batırılan bir bankayı devralmış, Fon’dan bankanın içine 500 milyon dolar koymuştur. Banka 500 milyon doların altında satılırsa, yapılanlar için hesap sorulacaktır. Alanın mafya babası olması bile onu ilgilendirmez. O bankayı bir an önce yeni batırıcısının eline verip, kendini kurtarmak istemektedir.

Selahattin Bey: Peki Hazine uyuyor mu?

Güven Bey: Hazine işi artık kanıksamıştı. Sistemde düzgün bir kaç banka kalmıştı. Devlet bankaları zaten borç batağında. Devlet bankaları dışındaki bankaların da neredeyse dörtte biri 64 üncü madde kapsamındaydı. Yani, bu bankalar kamu oyuna bilgi verilmiş olmasa da, bir çeşit devlet kontrolü altındaydı.

Prof.İhsan Bey: Ayrıca, banka sahipleri, siyasiler ve bürokratlar istemeseler de bazı bankalar ölçek sorunundan ötürü batmak zorunda kalabilir. Küçük bankanın riski fazladır; verebileceği hizmetler azdır. Bu yüzden, mevduatı ucuza toplayamaz. Düşük riskli müşteriler, büyük kredileri ucuza almak ve bol hizmetten yararlanmak peşindedir. Bu yüzden, düşük riskli müşteriler büyük bankalar tarafından paylaşılır, küçük bankalar daha riskli müşterilere kredi vermek zorunda kalırlar. Ekonomik krizlere dayanamayan riskli firmalar, kredilerini geri ödemeyince, sonunda riskli bankalar yaratırlar. Küçük bankaların hizmet gelirlerini arttırabilmeleri de zordur. İç ve dış kredi limitleri de sınırlıdır. Neticede, küçük bankalar, istikrarsız ve enflasyon belasından kurtulamamış bir ülkede, hiç istenmese bile batmak zorunda kalabilirler.

Pertev Bey: Efendim Cem Bey’İ dinlemeye başlayabilirmiyiz?

Selahattin Bey: Evet Cem, senin bu İngilizler Avrupa’yı ele geçirecekler. Almanlar’ı iyi kızdırdılar ha! Anlat bakalım.

Cem: Almanlar boş yere yaygara kopardı. Bütün İngiliz otomotiv endüstrisini ele geçirirlerken iyiydi de şimdi mi kötü oluyor? Telekom ihalesinde beklemedeyiz ve iddialıyız. Orada Kudret Medya Grubu ile konsorsiyumdayız. GSM lisans ihalesine ise İngilizler ile giriyoruz. Artık hangisini alırsak. Benim gönlüm Telekom’dan yana.

Selahattin Bey: Oğlum deli misin? Devlet malından kim ne hayır görmüş ki biz görelim? Siz temiz temiz GSM lisansı ihalesine konsantre olun. Kudret Bey’lere de fazla açık etmeyin niyetimizi.

Cem: Ben sizinle aynı fikirde değilim beybabacığım. Artık Cep telefonu, internet ve kablolu TV ayrılmaz üçlü olarak gelişiyorlar. Telekom’da ise hepsi var. Sadece GSM lisansı alırsak tek başına gitmez. Ayrıca Kudret Bey’lerin de aynı şekilde düşündüğünü Aslı’nın kocası Sinan bana daha evvelden söylemişti. Cep telefonu veya TV olarak değil eğlence endüstrisi diye bakıyorlar. Yeni ekonomiyi bu endüstriler sırtında taşıyor ve bu işlere de tek başına girilmiyor artık. Teknoloji geliştirmek hem zahmetli hem de pahalı bir konu. Bunu paylaşmak en mantıklısı.

Prof.İhsan Bey: 5 yıl önce Ticaret Siciline kaydı olmayan bir şirket olan Turkcell’in piyasa değeri halka açık olsaydı 20 milyar Dolar civarında olacaktı. Korkunç bir büyüme potansiyeli. Bu sektörün özelliği başta büyük bir yatırım yapıyorsunuz, sonra düşük işletme maliyetleri ile yüksek karlılık oranları ile çalışıp, yatırımınızı geri ödeyip kar’a geçiyorsunuz. Turkcell’in 5.450.000, Telsim’İn ise 2.300.000 abonesi olmuş. Yaptıkları yatırım ise toplam 4 milyar dolar. Bundan sonra abone sayısı giderek artacak ama yatırımlar da durmayacak. Teknoloji devamlı değişiyor. Bir taraftan da rekabet başlayacak. 2004’den sonra da tekel’ler kalkınca burası da Amerika’ya döner. %20 müşteri artışı, %25 fiyat indirimi. Karlar hayal oluverir. Dikkatli olmak lazım, riskleri yaymakta fayda var. Azami miktarda halka açılmak da olmazsa olmaz bir politika.

Selahattin Bey: Peki hocam mesaj alınmıştır. Evet Aslı Hanım, şükür kavuşturana. Anlat bakalım neler oluyor Internet cephesinde?

Aslı: Internet şirketimizi basit bir hizmet sağlayıcısı olmaktan çıkarıp bir portal haline getiriyoruz. Bir tür giriş kapısı diyebiliriz. Burada insanları bilgi bombardımanına tutacağız. İnsanlar aradığı her bilgiye bizim kapıdan geçerek ulaşabilecek. Bu kapıdan ne kadar çok insan geçer ve ne kadar uzun süre harcarsa reklam gelirimiz o kadar artacak. Ayrıca kapının hemen arkasında bir sanal alışveriş merkezi olacak. Akmerkez gibi. Buradaki satıcıların ciroları üzerinden de payımızı alacağız.

Selahattin Bey: Hocam Bu Internet kitap satmak dışında da bir ticarete yaracak mı?

Prof.İhsan Bey: Selahattin Beyciğim Internet’i çağın başında elektriğin günlük hayatımıza girmesi kadar önemli bir buluş olarak değerlendirenler bile var. Ben ise demiryoluna benzetiyorum. Nasıl 200 yıl önce demiryolunun hayatımıza girmesinin ardından buharlı lokomotif ile direkt alakası olmayan telgraf, gübre, fotoğrafçılık, optik, bankacılık vb. endüstriler ortaya çıkmışsa Internet de bilgisayar veya bilgi ticaretine ilişkin olmayan yeni endüstrilere yol olacaktır. Mesela bioteknoloji, mesela genetik.

Aslı: Geçen hafta New York ve Los Angeles’da görüştüğümüz yatırım bankaları ve risk sermayesi şirketleri borsaya açıldığımız zaman 700 milyon dolar piyasa değerini yakalayabileceğimizi söylediler. Bence düşük ama doğru yolda olduğumuzun bir göstergesi.

Selahattin Bey: İhsan Hoca, bu yeni servetler gerçek mi yoksa balon mu? Benim gencecik insanların bu kadar kısa zamanda böyle zengin olmalarını aklım da almıyor, vicdanım da kabul etmiyor.

Prof.İhsan Bey: Bilgi ekonomisi geçmişte yaşadıklarımızdan temelde çok farklı. En iyi örnek Bill Gates. İstisnasız tüm insanlık tarihinde dünyanın en zengin insanları daima doğal kaynakları elinde tutanlar olmuştur. Binlerce yıl bu altın ve toprak idi son yüzyılda da petrol. İlk defa dünyanın en zengin insanının ne altın madenleri, ne uçsuz bucaksız toprakları ne de fabrikaları var. Gerçek şu ki Bill Gates’in tek yaptığı şey bir bilgi üretim sürecini kontrol etmek ve bu da bizim neslin anlamaması için yeterli. Önümüzdeki yıllarda Internet’in ekonomik amaçlar için çok daha fazla kullanıldığını göreceğiz. Bunun sonuçlarından bir tanesi devletin vergi toplamasının zorlaşması. İnsanlar ticari işlemleri ile ilgili para transferlerini Internet’ten yapacaklar ki bu onların özgürlüklerinin korunması anlamına gelecek. Devletin rolü ise azalacak. Biz bunları göremeyebiliriz ama sizin torunlar kesinlikle bizim neslin ne sıkıntılar içinde yaşadığını anlayamayacaklar.

Selahattin Bey: Ama ABD hükümeti büyümesine müsaade etmeyecek, bölecek diyorlar.

Cem: Bill Gates buna çoktan hazırlıklı ve istekli . Şirketler bölünecekmiş gibi zaten ayrı ayrı çalışmaya alıştırılmışlar. Ayrıca şirketler parçalara bölündüğünde parçaların toplam değeri bütünden fazla edeceği için Bill Gates bir bu kadar daha para kazanır siz hiç üzülmeyin beybaba.

Metin Bey: Efendim bu iyi bildiğimiz bir konu değildi. Ancak içine girdikçe farkediyoruz ki, entegre çalışan yaygın sistemler büyük ihtiyaç. Aksi takdirde kaybolan vakit ve emek korkunç. ABD hükümeti Microsoft’u 3’e de bölse 5’e de bölse, dünyanın başka bir tarafından belki de Hindistan veya Taywan’dan onun yerine geçecek aynı işlevi gören başka bir şirketin çıkması kaçınılmaz. ABD hükümetinin böyle bir vergi kaybını göze alacağını sanmam.

Selahattin Bey: Arkadaşlar, değişimi görmüyor veya uzak duruyor değiliz. Tatilde torunları kayağa, Avusturya’ya götürdüm. Fırsat buldukça ecnebi işadamı dostlarımızla bu konularda da sohbet etme fırsatı buldum. Çok kısa bir süre içinde internet üzerinden iş yapan şirketlerin piyasayı ele geçireceği konusunda kimse kuşku duymuyor. Üstelik de tüm tüketim alışkanlıklarımız, eğlence biçimimiz, karakter özelliklerimizi ortaya koyacak bütün her şey, satıcılar tarafından bilinecek. İstikbalde Internet üzerinden mal ve hizmet satanlar ile bütün bunlar için bilgisayar ve altyapı temin edenlerin mutlak bir hákimiyeti görünüyor.

Cem: Beybaba, üstüne üstlük Türkiye henüz Interneti gerçek anlamda kullanamıyor. Ancak hızla öğreniyor. Yetersiz altyapı hızla gelişiyor. O yetersiz altyapıların piyasa değerleri bile hızla sanayi devlerini sollayacak noktalara ulaşıyor.

Aslı: Ayrıca hizmet kalitesini çok arttıracağız. Neredeyse Türk Telekom’a rakip olacak bir altyapı kuruyoruz.Bizim geliştirmek istediğimiz Internet projeleri diğer grupların yaptıklarından o kadar farklı ki, basın da korkunç ilgi gösteriyor.

Selahattin Bey: Ben kayınpederiniz Kudret Bey’inkiler haricinde diğer matbuatda hiç bir habere rastlamadım, küçük hanım!

Aslı: Öyle demeyin beybaba, en çok okunan business dergisi bile beni kapak yaptı.

Selahattin Bey: Güzel kızım, o mecmua çok okunuyor olabilir ama nihayetinde, o da Kudret Bey’in! Pek beğenirdim o mecmuayı. Ama bu olaydan sonra gözümden düştüler. Sen de ne vakit rakip, en azından tarafsız mecmualara haber olursun, ben de seni o vakit tebrik ederim. Buna onların tevessül etmesi de , senin rıza göstermen de yakışık almadı.

Cem: Beybaba, bu proje kardeşimin ilk işi olacak. Çok heyecanlı. Medyadaki bir çok tarafsız insan da bu projenin büyüklüğünü ve Aslı’nın gayretini takdir ediyor ama patron korkusundan yazamıyor. Kızın ne kabahati var ki? Kudret Bey’lerin projesiyle bizim projeyi birleştirme kararımız rakipleri ürküttü. Hem stratejik sinerji yarattık hem de Telekom özelleştirilmesinin tavsaması nedeniyle geciken iki ailenin beraber iş yapma arzusu hayata geçmiş oldu.

Selahattin Bey: Dediklerini doğru anladıysam oğlum, medyada çalışanların işi çok zor. Bir kısmı inanmasa bile patron korkusundan yazmak zorunda. Karşısındakiler de inansalar bile yine patron korkusundan yazamıyorlar. Hür basın bu oluyor demek.

Hurşit Bey :Ağabeyimin ne kadar Doğrucu Davut olduğunu bilmez gibi inat ediyorsunuz. İkiniz de gayet başarılı bir şekilde kendi konularınızı götürüyorsunuz. Kuzenleriniz de hep ikinizi örnek alıyor. Ancak burada İhsan Hoca’nın ve Metin Bey’in de haklarını yememek lazım. İnternet işine ilk girdiğimizde eş dost bize gaz verirken bu ikisi tam tersine “bu günler gelip geçecek, sonunda muhteviyatı ile müşteri sadakatini temin edenler kazanacak” demişlerdi. Biz de o yüzden “Kudret Bey’lerin medya işiyle birleştirirsek teknolojik hakimiyetimizi muhteviyatla da perçinlemiş oluruz” diye kabul etmiştik. Yoksa hatırlarsanız ben çok karşı çıkmıştım, “medya ile aynı kaba şeyetmeyelim” diye. Şimdilik zararını pek görmedik ama geçmişte olduğu gibi Kudret Bey rakipleri ile tabak-çanak kavgasına girerse, savaş orda kalmaz, gelip bizle ortak işlerine kadar sıçrayabilir.

Selahattin Bey: Çok haklısın Hurşitciğim. Şu Amerikan İnternet şirketi vardı ya bizle de konuşmuşlardı. Bunlar geçen ay koskoca Time’ı satın alınca, benim de aklıma ilk o geldi. Kendi kendime dedim ki, “Türk yöneticileri de artık dünya çapında strateji geliştirebiliyorlar.”

Metin Bey: Bu vesileyle de olsa iltifatlarınızı duymaktan çok memnun olduk.

Selahattin Bey: Bu mevzularda dikkatli olduğumu bilirsin Metin Bey, bir vakit denk düşürüp de görüşemediğimiz için unutmuşumdur. Pertev Bey, imzalanacak olan evrakları elden dolaştırırsınız artık. Haydi hepiniz sağlıcakla kalın.

Globus’un 2000 Şubat sayısında Nihat Baran ismi ile yayınlanmıştır.

Mart 2000

Başkan Selahattin Bey: Hoşgeldiniz. Yılın üçüncü toplantısını açıyorum. Umumi Heyet toplantılarını Nisan ayına erteledikten sonra gündemde bir şey kaldı mı Pertev Bey?

Genel Sekreter Pertev Bey: Koordinatörümüz Metin Bey son vaziyet hakkında malumat arzedecekler. Temettü tavsiye kararları da var. Bu sebepten mali koordinatörümüz Olgun Bey de bu toplantımıza iştirak ediyorlar.

Başkan Selahattin Bey: Metin Bey lafa başlamadan ben İhsan Hoca’yı tebrik etmek istiyorum. Borsacıların başı çektiği trene atlamayarak enflasyon hakkında çok tedbirli konuşuyordu. İdare Meclisimizin başmüşaviri olarak, bizim de yanlış kararlar almamıza mani oldu. Daha Şubat rakkamları açıklanmadı ama Hoca yine haklı çıkacak diye düşünüyorum. Yaşşa Hocam! Davos’ta enflasyon toto oynamıştık. Sayende şampanya bize nasip oldu.

Prof. İhsan Bey: Doğruya doğru, ben de bu kadarını beklemiyordum Selahattin Beyciğim. Enflasyonun kolay kolay düşmeyeceğini, enflasyon düşmesinin bir süreç olduğunu dilimiz döndüğünce fırsat buldukça anlatıyoruz. Ancak bazı medyatik otoriteler -maalesef aralarında çok sevdiğim meslektaşlarım da var- patronlarının çıkarları doğrultusunda beklenti yaratmaktan kendilerini kurtaramıyorlar.

Selahattin Bey: Ancak moralimizi bozmak için henüz erken değil mi?

Prof. İhsan Bey: Elbette! Enflasyonla mücadele programı oldukça iyi hazırlanmış tutarlı bir modeldir. Siyasetçiler zaman zaman cıvıtsa bile başarılı olacaktır. Ocak ayı enflasyonunun yüksek çıkması programı zedelemez ve rayından çıkarmaz. Ama bazı şeylerin kamuoyuna açık seçik anlatılması için fırsat olmuştur.

Selahattin Bey: Peki bundan sonra ne beklemeliyiz?

Prof. İhsan Bey: Özellikle programın ilk yılında, geçmiş ile bağların kopartıldığı dönemde, enflasyonun planlanandan daha yavaş düşeceğini görmek zor değil. Bu süreçde paramız değerlenecektir.Paramızın değerlenmesi nedeni ile dış ticaret dengesi ve cari denge zayıflayacak ve açık verecektir. Reel büyüme ve iç talep özellikle dayanıklı tüketici malları, otomotiv gibi kredi ile alınan mal sektörlerinde ilk yılın başında artacak, ama yılın ikinci yarısında, ilk rüzgardan sonra yavaşlayacaktır. Nominal faiz düşer ama nominal faiz düşüyor diye reel faiz düşmez.

Başkan Vekili Hurşit Bey : Ağabey müsadenizle ben de bir şey sormak istiyorum. 1999’dan sarkan bir enflasyon da var diyorlar Hocam!

Prof. İhsan Bey: Olmaz olur mu! Kamu sadece Aralık ayında %17 zam yaptı. 2000 yılına girerken de özel sektörün artçı zamları geldi. Bu da normal. Birkaç ay içinde devletin 1999 sonundaki zam furyasının etkileri azalacağından piyasadaki fiyatlar da enflasyon hedefine uyumlu hale gelecektir.Şu anda hala geçmişe endeksliyiz. Bunu kırmak için ücret, kira gibi gelir unsurları kontrol ediliyor!

Hurşit Bey : İhsan Hoca’nın anlattığı bu durumların da vatandaşa açık seçik anlatılması gerek. Bu nedenle programa birinin sahip çıkıp, kamuoyunda ön plana çıkması, olumlu ve olumsuz gelişmelere sahip çıkması, anlatması, programı savunması gerekli diye ısrar ediyorum. Böyle biri hala ortada yok! Ben gazetecilere veya köşe yazarlarına hiç kabahat bulmuyorum. Programı savunmak onların görevi değil ki!

Selahattin Bey: Hocam, faizlerdeki yükselme devam eder mi?

Prof. İhsan Bey: Bizim millet her zaman olduğu gibi aşırı iyimser oldu ve faizler çok düştü. Borsa da çok fazla yükseldi. Faiz bu programın serbest değişkenidir. Millet dövizini bozdurup satarsa TL sıkıntısı ortadan kalkar ve faiz düşer. Aksi halde ise faiz nominal yükselir. Bu yılın en çok dalgalanan parametresi faiz olacaktır. Bundan kaçış yok! Bugün faiz aşırı düşünce ve borsa da aşırı yükselince yabancıların ve yerlilerin döviz bozdurması halinde borsada aşırı yüksek fiyatlar nedeni ile ve TL yatırımlarda da düşük faiz nedeni ile ‘avanta’ yok. Bu nedenle yabancılar döviz bozdurarak gelmiyor. Gelmiş olanlar da satarak karını elde ediyor ve çıkıyor. Bu durumda likidite sıkışınca günlük faizler yüksek kalıyor.

Hurşit Bey : Hocam, bu kötü mü, normal mi?

Prof. İhsan Bey: Bence normal! Olması düşünülen oluyor. Şimdi faiz biraz yükselerek, borsa da biraz düşerek normale dönmüş olacak. Tabii enflasyon rakkamının yarın ne olacağı da önemli bir psikolojik faktör, ama şu anda sürpriz bir olay veya programın mantığından sapma bizce yok! Sadece yeterince döviz bozdurulmadı. Faiz de aşırı düştü!

Hurşit Bey: Bazı kimselerde döviz kurunun sabit tutulamadığı, kurların da hızlandığı şeklinde bir düşünce var.

Prof. İhsan Bey: Bu da büyük bir yanılgı. Merkez Bankası bir dolar ve 0.77 Euro’dan oluşan bir sepetin devalüasyonunu frenliyor. Dolar ile Euro çaprazı dolar lehine giderse dolar sepetten daha hızlı ilerler. Yok Euro lehine değerlenme olursa o zaman Euro sepetten hızlı gitmeye başlar. Şu anda dolar koşturuyor. Ama sepeti hesaplarsanız, Merkez Bankası’nın aslanlar gibi sözünde durduğunu görebilirsiniz!

Cem: Beybaba, Hurşit Amcam’la siz, hep faizi, dövizi soruyorsunuz. Ancak şirketlerimizin yarısı halka açık artık. Ayrıca millet repoyu unuttu, hepimizin parası borsada.

Prof.İhsan Bey: Cemciğim, hatırlarsan geçen yıl gecelik repo oranları %60-85 civarında dalgalandı. Vadesiz bir yatırım aracı için bu çok iyiydi. Yatırımcı da buna alıştı. Şimdiyse repo faizleri %20’lere kadar geriledi. Geçen gün vadesi gelen bir param vardı. Açtım bizim bankanın hazinecilerinin fikrini alayım dedim. “Dolar mı alayım, gecelik mi yatırayım” diye. “Farketmez Hocam” dediler, “ikisinin de faizi aynı, %5”. Güler misin ağlar mısın? Faiz buralara düşmüşken, Borsa ise 20.600’e kadar geldi. Repodan alıştıkları getirileri alamayanlar borsayı bir alternatif gibi görmeye başladılar. İktisat bilimine göre borsa, repoya, hem de gecelik repoya hiçbir zaman alternatif olamaz. Her şeyden önce reponun vadesi bellidir. Vadede ne getiri elde edeceğin daha paranı yatırmadan bellidir. Borsada ise getiri, aldığın hisse senetlerinin fiyatlarının ileride artıp artmayacağına bağlıdır.

Sen almadan önce fiyatı artan hisse senedinin sen aldıktan sonra da fiyatının artacağını hiç kimse garanti edemez. Borsayı diğer yatırım araçlarından ayıran bir başka özellik de, borsada yapılan yatırımların getirisi ancak elindeki hisse senedini sattığında belli olur. Paraya dönmedikçe, borsa kazançları káğıt üzerinde elde edilmiş kazançlardır. Aralık ve ocak aylarında oldukça fazla küçük yatırımcı borsaya girdi. Birçoğu endeks çıktıkça “para kazanıyorum” sanıp borsadan çıkmadı. ‘‘Bugün düştü, ama yarın çıkar’’ beklentisiyle de bekledi. Bekledikçe, borsa daha da düştü. Günlük repoya göre daha fazla kazanabilmek için borsaya giren bazı yatırımcıların ana parası da eridi.

Cem: Peki, şimdi ne yapılabilir?

Prof.İhsan Bey: Bir koyundan iki post çıkmıyor, Cem Bey. Yatırım araçlarından, bilinen özellikleri dışında fayda beklememek gerekir. Kısa dönemde paraya ihtiyacınız olacağı düşüncesiyle günlük repo yapıyorsanız, yine günlük repo yapmaya devam edin. Bu paranız şimdi borsadaysa, çıkın.. Kısa dönemde paraya ihtiyacınız olmadığı halde getirisi iyi diye günlük repoda paranızı değerlendiriyorsanız ve şimdi o paralarınız borsadaysa, borsada kalmaya devam edin.

Metin Bey: Efendim olaya fiyat tespit mekanizmaları açısından da bakmak lazım. Ürettiğimiz bir malın fabrika çıkış fiyatını, piyasa koşullarını da gözönüne alarak, o malın yerine koyma maliyetini belli bir oranda artırırak buluyoruz. Bu satış fiyatından kalkarak, kaç ay vade yapılacaksa, taksitli satış fiyatını hesap ediyoruz. Son olarak, bu vadeli satış fiyatına bayi iskontosunu ekliyoruz. İşte üçüncü şahıslara ilan ettiğimiz perakende fiyat listesi böyle oluşuyor. Şimdi can alıcı noktaya işaret etmek istiyorum. Bir defa, vadeli satış fiyatı ilan ettikten sonra, bizden mal alan bayinin ‘‘stoktan para kaybetmemesi’’ için asla yeni fiyat listesini, eskisinin altında çıkaramayız. Bu suretle, enflasyon dolayısıyla yükselmiş faizlerle her malın üç ay vadeli fiyatı, en az üç ay sonraki asgari peşin liste fiyatı olarak önceden oluşmuş olur.

Prof. İhsan Bey: İşte ‘‘enflasyonun, enflasyon doğurması’’ denilen olay budur. Benim izleyebildiğim kadarıyla bu fiyatların içinde üç yerde faiz’ var. Birincisi vadeli hammadde alımları dolayısıyla, yan sanayinin fiyatının içine giren, ikincisi bizim finansman giderlerinin karşılanması için konan faiz, sonuncusu ise vadeli fiyatın bulunması sırasında peşin fiyata ilave edilen faiz. Demek ki; faiz, piyasa fiyatının oluşmasında çok önemli bir faktör. Bu günün peşin fiyatları üç ay önceki faiz hesabıyla oluşmuş durumda.

Hurşit Bey : Peki kuyruğunu kovalayan bu köpeği durdurmanın yolu yok mu?

Prof. İhsan Bey: Şimdi bütün işadamlarının ve şirket yöneticilerinin fiyatın içine giren faizleri, birer birer ayıklayıp en az yarı yarıya düşürmeleri gerekmektedir. Faizlerin düşmüş olması, mutlaka fiyatlarda yüzde 10-15 arasında bir ucuzlama getirmelidir. Bu indirim bir an önce piyasaya yansıtılmalıdır. Aksi takdirde, mallar pahalı kalacak, talep canlanmayacak ve enflasyonun düşmesinden kimseye doğrudan bir hayır gelmeyecektir. Haybeye reklamcılara para kaptırmasınlar, millet alışverişe hasret kaldı ama fiyatlar düşmezse de alacak hali kalmadı!

Selahattin Bey: Metin Bey, şirketlerin ilk 2 aylık performans sonuçları da geldiyse onları da bir zahmet anlatıver.

Metin Bey: Ocak ayı kesin sonuçları ve şubat ayı muvakkat sonuçları var. Tabii ki güneydeki tesisler kapalı olduğu için turizm sektör raporu sadece masraflar manzumesi. Ancak alınan rezervasyonlar hem geçen senenin %30 üstünde hem de avanslar %50’den aşağı değil. Aynı şekilde enerji dağıtım şirketi de henüz elektrik satış ve işletme devir anlaşmaları imzalanmadığı için gayrı faal olarak nitelendirilebilir. İç talepde bir kıpırdanma başladı. Gıda şirketimizin stokları asgari seviyelerde. İhracat çok iyi gidiyor. Konfeksiyon ve tekstilde geçen senenin %10-12 üstündeyiz. Ancak euro’nun değer kaybı aleyhimize çalışıyor. Süpermarket zincirimiz büyümeye devam ediyor. Ancak sadece biz değil rakiplerimiz de büyüyor. Tansaş Bonus’ları almıştı. Makro’ları da aldı. Hüsnü Bey’ler Gima olarak Endi ve Greens’i alarak cevap verdi. Migros ise bakkalları bir çatı altında toplamak üzere Bakkalım diye bir projeyi başlattı Otomotiv ve gayrı menkul pazarlama da ise umut edilen patlamayı henüz yaşayamıyoruz.

Hurşit Bey : Metin Bey lafını balla kestim. Bizim Ankara’da biri sürü irili ufaklı market var. Biz de onlardan almayı düşünmez miyiz? Siz şimdiye kadar hep “kendi markamız altında sıfırdan kuralım” dediniz. Hakikaten de çiçek gibi dükkanlar açtınız. Ona lafım yok. Ancak rakiplerin hızını da yaban atmamak lazım. Bir de ben bir dedikodu duydum. Bizim oğlanın mezuniyeti için Amerika’ya gittiğimizde bizi bir markete götürmüşlerdi. Korkunç büyük fakat hiç albenisi olmayan, ucuz bir mağazaydı. Dünyanın en büyüğü imiş. Her gün bir yeni bir mağaza açıyorlarmış. Şimdi Avrupa’da da yayılmaya başlamışlar ve Türkiye’ye yatırım yapmaya geleceklermiş. Benim duyduğum Hüsnü de, Ayhan Bey de tabiri caizse kızlarını bu Coni ile evlendirmek için yarışıyorlarmış. Güya Coni de demiş ki: “Birbirinizi yemeyin İkinizi birden nikahıma alacağım. Alın size şu kadar avans para, bir an önce düğüne kadar hazır olun.” Coni akıllı. Elini kirletmek istemiyor. Gelip şimdi kendi toplasa bizim medya başlar “aman efendim marketlerimiz elden gidiyor” diye.

Prof.İhsan Bey: Metin Bey ilk sorunuza cevap verecektir. Ancak ben son kısmına dair bir çift laf etmek istiyorum. Bahsettiğiniz Amerikalı damat Wal-Mart olsa gerek. Haklısınız, Asda’yı alarak İngiltere’ye de ayak bastılar. İngiltere süpermarketlerin çok ağırlıklı olduğu bir ülke. Fiyatlar ise Avrupa genelinin üstünde. Wal-Mart bir halk kahramanı gibi çıktı meydana fiyatları düşürmeye başladı. Bütün İngiltere çalkalandı. Almanya’da bir hipermarket zinciri aldılar. Ancak bundan sonra hedef Türkiye değil Fransa, İspanya ve İtalya. Carrefour ve Continent birleştikten sonra kalan olmuş armutları Wal-Mart rahatça toplayacaktır. Ondan sonra da gelsin oligopol bir piyasa. Türkiye ise ilk 5 yıllık planlarında gözükmüyor. Hala aile ekonomisi çok büyük. Hala kayıtdışı sektör çok büyük. Bunun yarattığı haksız rekabet Wal-Mart gibi zincirleri ürkütüyor. Dedikodu kısmına gelince, tek bir şey diyebilirim. Bu senaryoyu yazanlar enerjilerini Kahpe Bizans’ın senaryosuna verselerdi daha enteresan bir film çıkardı.

Metin Bey: Bizim kendi formatımız çok farklı. Kullandığımız raf düzenleri ve dolaplar keza. Yazar kasalar ve yazılım ayrı bela. Personelimizi kendi okulumuzda devamlı eğitiyoruz. Kira kontratlarımız çok sıkı. Bir market devraldığınızda ise işe yaramayan ekipmana boşuna para vereceksiniz. Sizin tedrisatınızdan geçmemiş , büyük bir ihtimalle bazı kötü alışkanlıklar da edinmiş personeli almak zorunda kalacaksınız. Mal sahibi ile tekrar kendi şartlarınızda anlaşacaksınız. Bu da bir vakit kaybı. Biz ilgilenmiyor değiliz. Ancak satın aldıktan sonra doğacağını gördüğümüz bu tür maliyetleri düşerek fiyat verince satıcıya cazip gelmiyor. Kendinize çok benzer birisini bulmadıkça satın almak pek akıl karı değil. Ayrıca bu iş aile yadigarı olduğu için satmayı da düşünmüyoruz. Yavaş yavaş büyüteceğiz.

Selahattin Bey: Cem Bey oğlum, enerji sektöründe neler oluyor. Bir taraftan kesintiler tekrar başladı. Öte yandan projeler de ilerlemiyor.

Cem: Beybaba, Dünya Bankası olaya el koydu. Hükümetin, bilhassa DSP kanadının da işine geldi. Çünkü ANAP tarafının bazı oldu bittilerinden rahatsızdılar. Şimdi yeni plana göre yasal alt yapıda köklü değişiklikler yapılacak. Bu yılın ilk yarısında çıkarılması planlanan yeni yasalar ve kurumsal operasyonlarla ‘‘rekabetçi bir enerji piyasası’’ oluşturulması planlanıyor. Aldığımız duyumlara göre TEAŞ üç ayrı şirkete bölünecek. Elektrik Piyasası Kurulu kurulacak. Petrol Yasası’nda değişiklik yapılacak. BOTAŞ üçe ayrılacak. Böylece kamu ile özel sektörün bugünkü rolleri ve işlevleri tamamen değişecek. İlgili yasalar yaza kadar çıkabilir.

Hurşit Bey : Peki bizim dağıtım işi nasıl etkilecek bundan?

Cem: Bu tahkim işi gecikince bizim görüştüğümüz Amerikalı firmalar geri çekilmişlerdi. Şimdi tekrar geliyorlar. Biliyorsunuz bir devir bedeli ödemek zorundayız. Bu bedeli devlet bize faizi ile birlikte geri ödeyecek. Ancak faizi ucuzlatmak için alacağımız krediyi sigortalatmamız gerekiyor. Bunu bizim gönlümüzden geçen fiyatlarla yapan bir tek Amerikan OPIC kuruluşu var. Onlar da asgari %25 oranında Amerikalı ortak alınmasını şart koşuyorlar. Amerikalı ortak adayları da sadece tahkimi değil başka bir çok hukuki düzenlemeyi istiyorlardı. Tahkim çıktı ama yeterli değil. Sonunda bunun kredisini iç piyasadan bulacağız. Veya bizim bankaların garantisi ile yurtdışından. Bu şartlarla tahkime de gerek yok.

Hukuk Müşaviri Adalet Hanım: Hurşit Bey, Danıştay bizce tahkimden daha iyidir. Elimizdeki imtiyaz sözleşmesi ile hemen faaliyete geçebiliriz. Tahkimden faydalanmak istersek mevcut imtiyaz sözleşmemize ek yaptırmak ve tekrar Danıştay onayından geçmemiz gerekiyor. Bu da zaman kaybı ve risk taşıyor.

Hurşit Bey : Ne riski?

Adalet Hanım: Dünya Bankası dağıtım ile üretimin birbirinden ayrılmasını istiyor. Bizim devam eden yap-işlet-devret projemizin de olduğunu düşünürsek, zaman içinde birisini tercih etmemiz gerekebilir. O yüzden bir an önce faaliyete geçip, de facto durum yaratmamız hukuki süreçte lehimize olacaktır. Bugünkü görüntüye bakarsak, tüm dağıtım ihaleleri iptal edilebilir bile.

Selahattin Bey: Aslıcığım. Kusura bakma internet işlerini sormaya vakit kalmadı bugün.

Aslı: Beybaba size konuyla ilgili e-mail yollamıştım, ona da cevap vermediniz.

Selahattin Bey: Sekreterim Suzet Hanım, onlara iki klasör açtı. “Gelen e-mail”, “giden e-mail” diye ve her akşam 2 klasörü de masama bırakıyor. Ama onlara sıra geldiğinde uykum geliyor kızım, affet. Sen kısaca anlat.

Aslı: Beybaba, ömürsünüz vallahi. Yakında inşallah size Internet imparatoru da diyecekler, siz ise gelen e-mail’lerin klasörlenmesinden bahsediyorsunuz! Neyse, PTT ile sorunlarımızı giderirsek önümüzdeki ay piyasaya çıkacağız.

Prof.İhsan Bey: İsimler de enterasan oldu, reklamları da. Sizin isim belli mi Aslı Hanım, nasıl bir reklamla piyasaya çıkacaksınız?

Aslı: İsmi gizli tutuyoruz. Ama burada söyleyebilirim. Babanigi nokta kom.

Selahattin Bey: Ne biçim isim kızım o? Kim buldu bunu? Kudret bey’İn haberi var mı? O böyle sulu-zırtlak isimlerden hoşlanmaz.

Aslı: Geçen 14 Şubat’ta Sevgililer Günü’nde Sinan’la beraber Kerem Görsev’e caz dinlemeye gitmiştik. O böyle yerlerden hoşlanmaz ama o akşam bir zenci şarkı söylüyordu. Ve şarkının havası içinde bazı cinsel danslar da yapıyordu. Bütün salon da adamın sahnede yaptıklarını büyük bir çoşkuyla tekrarlarken, Sinan da yerinden fırlayıp “buldum, babanigi nokta kom” diye bağırdı. Ertesi gün bunu reklamcımızla tartıştık. O da çok uygun buldu. “Bu isimle sizi meşhur etmem çok kolaylaşacak” dedi.

Selahattin Bey: Aman kızım adam bizi meşhur edeceğim derken rezil etmesin de.

Aslı: Merak etmeyin beybaba. Sizin şimdiye kadar sevdiğiniz tüm reklamları bu adam yaptı. Bu sefer de seveceksiniz.

Cem: Aslıcığım, beybabam o reklamları çok sever de hangi firmaydı hangi üründü dersen hatırlamaz.

Prof.İhsan Bey: Ben o konuda Selahattin Bey’in bir kabahati olduğunu düşünmüyorum. Dikkatli olmak lazım. Ürün ve marka geri planda kalmasın.

Selahattin Bey: İhsancığım, haydi gel hep beraber bir yemek yiyelim. Biz Olgun’la sonra devam ederiz. Benim karnım acıktı.

Hurşit Bey: Ağabey, gelirken hava güzel diye yürüdüm. Reasürans pasajı içerisinde bir lokanta açılmış “tencere” diye. Oraya götürsene bizi.

Selahattin Bey: Sakın ha! Yemekleri fena değil ama servis bir rezalet.. Geçen gün bir dövmedikleri kaldı. Topçular’da bizim eski fabrikanın karşısında “sofrabaşı” diye bir esnaf lokantası açıldı. Mengenli bir aşçıları var, hem yemekler güzel hem de servis güleryüzlü. Bir daha sefer toplantıyı fabrikada yapar yemeği de orada yeriz.

Globus’un 2000 Mart sayısında Nihat Baran ismi ile yayınlanmıştır.

Nisan 2000

Başkan Selahattin Bey: Hoşgeldiniz. Yılın dördüncü toplantısını açıyorum. Bu gün çok iş var. Geçen ay bayram var diye Umumi Heyet toplantılarını Nisan ayına ertelemiştik. Bugün öğleden sonra ve yarın doluyuz. Hemen başlayalım, Pertev Bey?

Genel Sekreter Pertev Bey: Aslı Hanım Amerika’da, Metin Bey Rusya’da olduğu için mazeretlerini beyan ettiler. Mali Koordinatörümüz Olgun Bey de Umumi Heyete arzedilecek bilançolarla ilgili suallere cevap vermek üzere bu toplantımıza iştirak ediyorlar. Adalet Hanım da Umumi Heyet hazirun cetvelleri ile toplantı tutanaklarını hazırlıyor.

Selahattin Bey: Rusya’da kıpırdanma başlıyor. Metin orada. Tekrar eski rabıtaları tazelemeye çalışıyor. Internet piyasasında harp çıkınca Aslı’nın başında olduğu proje de gecikiyor. Yeni arayışlar içinde gitti Amerika’ya. Kocası ile beraber çalışıyor olmasa adam çoktan boşamıştı bunu vallahi. Neyse konumuza dönelim. Olgun Bey, bilançolara baktım, ortaklarıma da birer suret verdim. Şöyle bir sualleri oldu. “Biz eskiden kar dağıtmasak da sermayeye eklerdik. Şimdi bu yasaklandı mı?” derler.

Mali İşler Koordinatörü Olgun Bey: Hayır yasaklanmadı ama, yasak gibi bir şey Selahattin Bey. Bir şirket, kâr dağıttığında ya da kârı sermayeye eklediğinde, ortaklar, “menkul sermaye iradı” elde etmiş sayılıyorlar ve yıllık gelir vergisi beyannamesi verip, gelir vergisi ödüyorlar.

Selahattin Bey: Bir muafiyetimiz vardı.

Olgun Bey: Yine var. gayrisafi olarak 4milyar küsur. Kârın sermayeye eklenmesi halinde, hem şirket vergi ödeyecek, hem de ellerine hiç para geçmeyen ortaklar! Önce şirket %33 kurumlar vergisi ödüyor. Sonra ortaklar %25-30 civarında, gelir vergisi ödüyorlar. Toplam vergi %60’ları buluyor.

Cem Bey: Beybaba, dünya kadar yatırımımız varken kar dağıtmamız doğru olmaz. Peki ya kâr dağıtmazsak?

Olgun Bey: Şirket kâr dağıtmazsa ya da kârı sermayesine eklemese, sadece %33 vergi ödeyecek. Kurumlar vergisi istisnasından ya da yatırım indiriminden yararlananlar ise, daha düşük vergi ödeyecekler. Kârın dağıtıldığı durumlarda, şirket tarafından ayrıca stopaj yapıldığı için, vergi yükü artmakta. Böyle olunca, şirketler, kârı dağıtmayacakları gibi, sermayelerine de eklemeyecekler.

Selahattin Bey: Peki çözüm ne?

Olgun Bey: Kârı dağıtmayız ama sermayeye de eklemeyiz. Kâr bilançoda, ya “geçmiş yıl kârı” ya da “fevkalade yedek akçe” olarak durur. Sonuçta, özkaynaklarımızı korumuş oluruz ama “hukuki anlamda” sermaye artırmış sayılmaz, size de vergi ödetmeyiz..

Banka Genel Müdürü Güven Bey: Müsaade ederseniz, bankamızda böyle bir esnekliğe sahip olmadığımızı arz etmek isterim. Çaya atılan şeker kadar anlamı olmasa dahi, Hazine, karların sermayeye ilave edilmesini şeklen şart koşuyor.

Hurşit Bey: Millet nasıl isyan etmiyor Olgun bey?

Olgun Bey: Millet vergi ve ceza geldiğinde ya “paşa paşa” ödüyor veya itiraz ediyor. Ödemek isteyenlere bazı kolaylıklar getirilmiş. Örneğin “uzlaşma” yolu ile vergi ve cezanın bir kısmının indirilmesi ya da “ceza indirimi” yoluyla, cezaların yarısını indirmek gibi…İkinci yolu tercih edenler ise, vergi mahkemesine bir dilekçe ile başvurup, vergi ve cezaya karşı “dava” açıyorlar. Vergilerle ilgili davalar sonuçlandığında, mükellef haklı çıkıyor. 5 yılın ortalamasına göre, her 100 vergi ihtilafının 84’ünde mükellef, 16’sında vergi idaresi haklı çıkmış.

Hurşit Bey: Peki sizin “üstadlar” ne düşünüyor bu hezimet karşısında?

Olgun Bey: Üstadların yapabilecekleri fazla bir şey yok. Dava açmazlarsa devlet onlardan davacı olur. Yabancı ülkelerde, vergi uyuşmazlıklarının çoğu yargıya intikal etmeden, “idari aşamada” çözümleniyor. AT’de bu konuda da rekortmen olmamız kaçınılmaz.

Selahattin Bey: Sağol Olgun Bey suallerim bu kadar. Teşekkür ederiz. Gelelim ekonomiye! İhsan Hoca sağolsun biz hazırlıklıydık ama benim keyfim yavaş yavaş kaçmaya başladı. Ne olacak hocam?

Prof.İhsan Bey: Yıl sonunda enflasyonun %20 olacağına inananların moralinin bozulmaması için hiçbir neden kalmadı. Çünkü, yılın ilk iki ayında enflasyon gerçekleşmeleri, %20 yıl sonu hedefini tutturma ihtimalini sıfıra indirmiştir. Enflasyonun yıl sonunda %35-40 aralığında gerçekleşeceği bekleniyorsa, şubat ayı enflasyonu beklentilerle tutarlıdır. Yılın ikinci yarısında beklenmedik bir sapma olmaz ve programın öngördüğü çizgide uygulamalara devam edildiği sürece, yıl sonu enflasyonu %35-40 aralığında gerçekleşecektir. Bu da büyük bir başarı olacaktır. Enflasyon %35’e indiğinde on ay gibi bir sürede yıllık enflasyonu yarı yarıya azaltmış olacağız. Bunu yaparken devlet bütçe harcamalarını reel bazda azaltmıyor, hatta artırıyoruz. Reel olarak artan bütçe harcamalarını, reel olarak toplam bütçe gelirlerini daha da fazla artırarak finanse ediyoruz.

Selahattin Bey: Bizim beklentilerimiz %30-35 aralığı idi biliyorsun. O da sen dedin diye tabii.

Prof.İhsan Bey: Korkmayın, bu program ile enflasyonun düşeceği kesin. Sadece döviz fiyatlarının 18 ay süreyle ne olacağının Merkez Bankası tarafından ilan edilmesi, enflasyonun düşmesi için yeter. Bu etkene, Merkez Bankası’nın karşılıksız para basmayacağı sözü vermesinin etkisini de ilave edersek, enflasyonun belli bir sürede, ciddi şekilde düşmesi kaçınılmazdır. İlk iki ayda fiyat artışlarının umulan kadar düşmemesinin sebebi, tamamen bir arz-talep dengesi meselesidir. Kesinlikle piyasa ekonomisi kurallarına uygundur.

Cem: Beybaba, geçen yılı herkes çok kötü geçirdi. Şimdi talep artışı ile birlikte ertelediği fiyat zamlarını yapmaya çalışıyor. Düşen faizler, tasarrufu caydırdı, satın almayı hızlandırdı. Serbest rekabet şartlarının geçerli olduğu bir piyasada, bir firmanın piyasanın kaldırdığı kadar fiyat zammı yapması kadar normal bir davranış olamaz. Böyle davrandı diye de kimse suçlanamaz.

Prof.İhsan Bey: Fiyat artışlarındaki yavaşlama, sanayi, ticaret ve tarım kesimini akıllı davranmaya yönlendirecektir. Düşen ithal girdi maliyetleri ve azalan finansman yükü sayesinde firmalar, nispeten daha düşük fiyatla, daha büyük satış hacmi yakalayıp, kárlarını maksimize etme basiretini gösterecektir. Bunlara ilave olarak hükümetin aldığı yapısal önlemler, kamunun ‘‘gelir-gider’’ dengesini sağlamaya yönelmiştir.

Güven Bey: Bunlar da iç borçlanma ihtiyacını azaltmaktadır. Merkez Bankası matbaası üzerindeki baskı kalkmıştır. Ancak esas mesele, enflasyonun bir yıl içinde ne kadar düşeceği değil, ekonominin bu düşüşün ortaya çıkaracağı yeni parametrelerle gelişmesini sürdürüp sürdüremeyeceğidir. ‘‘Aşırı değerlenen Türk Lirası’’ ve ‘‘eksi reel faizi’’ kastediyorum. Eksi reel faizin bir süre sonra ortadan kalkması ve yerini artı reel faize bırakması mümkündür. Ancak uygulanan mali politikanın icabı olarak, TL’nin aşırı değerli hale gelmesi tehlikesi devam edecektir. Bankacılık sistemini tedirgin eden de budur.

Hurşit Bey: Mart ayı enflasyonu ne olur?

Prof.İhsan Bey: Şubat ayı enflasyonuna çok yakın olacaktır. Mart ayında aylık enflasyonu yükseltecek gelişme yine tarım fiyatları olacaktır.

Hurşit Bey: Şu Cumhurbaşkanlığı seçimi de hayırlısıyla bir geçse.

Prof.İhsan Bey: Demirel için yürütülen kampanya ben ve benim gibi aydınları huzursuz etti. Anayasa ne demişse onu uygulayarak cumhurbaşkanı seçimi meselesini çözmeliydik. İşi ‘80de olduğu gibi, içinden çıkılmaz hale getirmeye gerek yoktu. Clinton kötü bir Başkan mıydıki, görev süresini uzatmak kimsenin aklına gelmiyor? Adam, 8 yıldır her ay bir öncekinden daha iyi giden bir ekonomi yarattı ve kurallar içinde bırakıp gidiyor.

Selahattin Bey: Bizi ABD ile kıyaslama Hocam. Orada sistem var. Adamlar değişiyor, sistem tıkır tıkır çalışıyor. Demirel çok müstesna bir kişi. Ülkenin bu çok kritik devresinde ordu ile hükümet arasında denge unsuru oluyor, zaten başbakanla arası da çok iyi, bence göreve devam etmeli.

Prof.İhsan Bey: Hayır. Türk devleti, kişilerle kaim olamaz. Olmamalıdır. Atatürk de ölmüştür; Kanuni Sultan Süleyman da. Devlet yine devam etmiştir. Ülkenin başarı veya başarısızlığı, fani bir kişinin belli bir süre daha görev yapmasına bağlı ise, vay o ülkenin haline.

Hurşit Bey: Peki kim cumhurbaşkanı olsun?

Cem: Beybaba, size en az on isim sayabilirim. Gençler İsmail Cem’i beğeniyor. Uluslararası tanınmışlığından tutun da yazar ve düşünür olarak kendini çok öncelerden ispat etmiş bir kişi. 60’a yakın yaşıyla olgun bir devlet adamı. İlla İsmail Cem cumhurbaşkanı olsun demiyorum. Sadece ‘‘Kim var?’’ diye sorduğunuz için söyledim. Çevik Bir paşa var. Daha çok çıkar.

Prof.İhsan Bey: Böylesi çok üst mevkilere gelen kişinin karakteri, kültürü, dünya görüşü, o görevi şekillendirir. Demirel’in cumhurbaşkanlığı, kendine has bir tarzdır. Çankaya Köşkü’nde günde beş defa heyet kabul etmesi, şilt alması sonra da nutuk atması ve bunu devlet televizyonlarından yayınlatması bir tarzdır. Bana göre yanlıştır. Türkiye’nin her meselesinin Çankaya’da “bir padişah” tarafından halledildiği intibaı vermektedir. Demokratik değildir.

Selahattin Bey: Neyse biz işimize bakalım. Allah devlete millete zeval vermesin. POAŞ ihalesi hele şükür bitti diyebilirmiyiz? Söylentiler durmayacak gibi.

Hurşit Bey: Söylenti durmaz, ağabey. İşin ucunda medya da var. Malını başkasına sattıkça kazanırsın. Biz de ise mal aile içinde el değiştiriyor. Sanki, dışarıya mal çıkmasın diye kızlar amca çocuklarıyla evlendiriliyor. Sonunda, bazılarından sakat çocuklar doğacak.

Prof İhsan Bey: Yabancılar olmayınca da, kurallar kendimize göre değiştirilebiliyor. Oysa, malını uluslararası piyasalarda sattıkça kazanırsın. Malın piyasası oluşur, fiyatına itibar edilir. Aksi taktirde, masa başında hesaplanan fiyatının iki katına satılsa dahi bazılarını tatmin edemezsin. İşte, geçen haftaki POAŞ ihalesinde Özelleştirme İdaresi’nin en büyük hatası bu idi.

Cem: Alan “ucuz” diyerek alıyor. Yoksa, almazdı. Bana göre ise, POAŞ pahalıya satıldı. İhaleye bir yabancı grup girse idi, bu mala en fazla 700 milyon dolar verirdi. Zaten bu yüzden, ihaleye bir yabancı girmedi. Yabancı yatırımcı alacağı malın nakit akışına, karlılığına bakar.

Hurşit Bey: Bizim geleneğimiz malı gerçek değerine satmak değil. Öncelikle, siyasileri ve bürokratları kurtarmalıyız. Ne piyasa, ne gerçek değer, ne de öngörülecek yatırım bizim için önemli değil. Önemli olan siyasileri, bürokratları ve kamuoyunu tatmin etmek. Fiyat geçen ihalenin üzerine çıkmasa idi, başta siyasilerin ve özelleştirme bürokratlarının vay haline. Herkes, POAŞ’ın nasıl peşkeş çekildiğini konuşacaktı. Oysa, yapılması gereken POAŞ’ı gerçek değerine satmaktı. İyi bir işletme yaratabilmek için birisi bu riski almalıydı. Ben olsam, bu riski alırdım. POAŞ’ı en çok 700 milyon dolara satardım.

Selahattin Bey: İyi güzel de, alanlar bu aradaki yaklaşık 500 milyon dolarlık farkı nasıl çıkaracak?

Hurşit Bey: Siyasetçi ve bürokratları tatmin uğruna parayı bastırdılar. Bir iş yapıldı ya, kötülemek için millet uyduracak. Başka hiçbir şey bulamayınca, “katılanlar arasında anlaşma vardı” diye pislik atacaklar. Benim bildiğim anlaşma, kar etmek için yapılır. Bir mal neredeyse iki katı fiyata satılıyorsa, orada anlaşma olmaz. POAŞ bu şartlarla 400 milyon dolara satılsaydı, bir anlaşma olduğundan ben de şüphe edebilirdim. Merak etmeyin, pahalıya almak için hiç kimse birbiriyle yarışmaz.

Selahattin Bey: Mevduat Fonu’na devredilen bankaların bu yıl sonuna kadar satılması arzu ediliyor. Yabancılar bu bankaları alırlar mı?

Güven Bey: Bütün kötü kredilerini temizleyip çok ucuz fiyata satarsak, bu bankaları herkes alır. Bu haliyle ise kimse almaz. Yabancı ülkelerde perakende bankacılık yapmak isteyen banka sayısı çok azdır, yatırım bankacılığı yapmak için giderler. Çünkü, perakende bankacılığın riskleri de, masrafları da çok büyüktür. İspanya, Portekiz ve Yunanistan gibi ülkelere giden yabancı bankaların çoğu yatırım bankacılığı için gitmişlerdir.

Hurşit Bey: Türkiye’deki perakende bankalar ile yabancıların ilgilenmesi için özel bir neden var mıdır?

Güven Bey: Tertemiz bir bankayı çok ucuza satmadıkça özel bir neden yoktur. Müşteri sayısı, ortalama hesap büyüklükleri, kredi kartı sayısı, önemlidir. Ancak özellikle, Fon’un himayesine alınmış bankaları almak için hiç bir neden yoktur. Bu bankaların müşterileri yüksek faiz almaktan başka bir şey bilmeyen bir gruptur. Sağlam bir çok banka da AT ile gelecek rekabetten korunmak için yabancı ortak ararken bunlara niye sıra gelsin ki? Kaldı ki, daha bankacılık sisteminde uygulanacak kurallar da tam olarak oturtulmamıştır. Kısacası, yabancı bankalar açısından sektörde bilinmeyenlerin sayısı fazladır.

Selahattin Bey: Bunlar rehabilite olmaz mı?

Güven Bey: Göründüğü kadarıyla, Fon’daki bankaların yönetimleri, devir esnasındaki bankanın durumunu saptamaktan başka bir iş yapamıyorlar. El konulan bankalar düzeleceğine daha kötüye gidiyor. Buralarda trilyonlarca liralık hatalar yapılıyor. Üstelik, bu sefer sorumlu yok. El konulan bankalardaki genel müdürler, onbinlerce dolar maaş alıyorlar. Ne arayan var; ne de soran. Bu arada bankaya para kazandırabilecek müşteriler de teker teker uzaklaşıyorlar. Müşteri bazlarını kaybedip kendilerini piyasadan atıyorlar. Bankaların değeri giderek düşüyor. Sonunda, kötü kredileri de bir tarafa bıraktığınızda, bankaların değerleri ‘‘tabela değerleri’’ne doğru hızla yaklaşıyor. Tabela değeri için de yabancı bankalar bu bankalarla fazla ilgilenmezler. Çünkü, Hazine ilgilenen yabancı bankalara zaten bankacılık yapma izni veriyor.

Hurşit Bey: Ankara’da pek öyle konuşulmuyor ama. Hazine elinde banka kaldığı müddetçe yeni kurulma izni vermeyeceğini söylemiş taliplere.

Cem: Ben Güven bey’le aynı fikirdeyim UBS gelecek, kendisi banka kurma izni isteyecek ve alamayacak öyle mi? Türkiye’de gerçekten perakende bankacılık yapmak isteyen yabancı bankalar için sıfırdan bir banka kurmayla kendini piyasadan dışlayan Fon’daki bankaları satın alma arasında fazla bir fark kalmıyor. Citibank, HSBC ve ABN-AMRO dışında Fon’daki bankaları yabancılara satabiliriz beklentisi bu nedenlerle abartılıdır. Bu çeşit beklentileri körükleyeceklerine, bankacılıkta belli standartları tutturmuş yerli yatırımcıları bu bankalara müşteri yapsalar daha gerçekçiolur. En iyi olasılıkla, yabancılar belki yerli yatırımcılarla ortak olabilirler. Bankaların bu şekilde elden çıkarılması da daha kolay olacaktır.

Selahattin Bey: Cem’in dediğine ne dersin İhsan Hoca?

Prof.İhsan Bey: Devlet şimdiye kadar tabela dışında banka satmadı. Elindeki kötü bir bankayı satmak yerine bir kamu bankasıyla birleştirmeyi her zaman tercih ediyor. Töbank’ı hatırlarsınız. Bu şekilde pislik devlette kalıyor. Bürokratlar rahat ediyor. Bir de tersini düşünelim. Belli yüklerinden kurtulmuş olan bankayı işi bilen özel sektör çok daha iyi işletecektir. Büyük bir olasılıkla da birkaç yıl içinde kárlı bir hale gelecektir. Çeşitli kesimler ‘‘gül gibi bir banka”nın bedavaya özel sektöre “peşkeş çekildiğini’’ söyleyeceklerdir. Ardından ilgili bürokratlar hakkında soruşturma başlatılacaktır. Siyasiler bürokratlarının başına gelenleri seyrederken, doğruyu yapmış olanlar mahkeme kapılarında sürüneceklerdir.

Hurşit Bey: Bütün bunlar bilinirken, Fon elindeki bankaları satabilir mi?

Prof.İhsan Bey: Bu kuruluşu memurlar idare eder. Üstlerinde resmen onay alacakları siyasi bir otorite de yoktur. Bu kuruluş Türkbank’ın satışında kötü bir deneyim yaşadı. Şimdi kurallar yeniden değişti. Artık bu bankalar en fazla parayı verene değil, en iyi idare edebileceklere satılacaklar. Dolayısıyla, Fon doğal olarak bu bankaların satışından, elde edebileceği en fazla parayı kazanamayacak. Birkaç sene sonra devleti zarara uğrattıklarından tüm Fon yöneticileri mahkemeye gidebileceklerdir. Bankalar Üst Kurulu fiilen işlemeye başlayana kadar satışların Bakanlar Kurulu Kararı ile olması gerekir.

Hurşit Bey: Koç da ilgili imiş, Burhan Bey’i de bu yüzden almışlar.

Selahattin Bey: Olabilir tabii. Ama bence Burhan’I almalarının asıl sebebi “Kumandan” ihtiyacı. Rahmetlinin ölümünden sonra bir türlü bir şeyler rayına oturmadı orada. Burhan’dan daha iyi “Kumandan” da bulamazlardı.

Hurşit Bey: Yalnız Tevfik Bey’e üzüldüm. Adamcağıza bir saat önce haber vermişler. Vehbi Bey çok tutardı kendisini.

Selahattin Bey: Sebepte bu olabilir işte. Onun ölümünden sonra pek kendisine danışan da kalmamış grupta. Neyse bir devir kapanıyor. Burhan’ın işi yine de kolay değil. Güven Bey sen toplantıdan sonra bana bir uğrayıver.

Prof.İhsan Bey: Hayrola Selahattin Beyciğim, iştahınız kabardı gibi geldi.

Selahattin Bey: Hocam senden de bir şey saklanmıyor. Aklıma bir fikir geldi. Güven Bey pek sevmeyecek biliyorum. Bu gavurların almaya korkacakları bankalardan bir tanesini alıp, kredilerini bizim bankaya devretsek diyorum. Hem vergi avantajı çıkar hem de yabancılara satılacak temiz bir banka olur elimizde.

Prof.İhsan Bey: Hiç yaşlanmayacaksınız değil mi? Alış-veriş kokusu alınca yüzünüze renk geliyor vallahi.

Selahattin Bey: Öyle deme Hocam! 21.asıra tekayyüt olarak gireceğim. kafaya koydum bir kere. Bu sene son senem. Haydi hepinize iyi günler, sağlıcakla kalın.

Globus’un 2000 Nisan sayısında Nihat Baran ismi ile yayınlanmıştır. Kırmızı işaretli bölümler baskıda çıkarılmıştır.

Mayıs 2000

Başkan Selahattin Bey: Hoşgeldiniz. Mayıs ayı toplantımızı açıyorum. Genel Kurullar’dan sonra hepimiz bir tarafa dağıldık ya, çoğunuzu bir aydır görmüyorum diyebilirim. Keyifler iyidir, inşallah. Hemen başlayalım mı, Pertev Bey?

Prof.İhsan Bey: Selahattin Beyciğim isterseniz bu sefer sizden başlayalım. Heyet ile ABD’ye gittiniz geldiniz. Bir rahatsızlık dediler ama iyi gözüküyorsunuz maaşallah. Sizden dinleyelim nasıl gözüküyor dışarıdan memleket?

Başkan Selahattin Bey: Vallahi hocam inanırmısın biz heyetten ziyade hanımın amerikan kollejinden sınıf arkadaşları ile kırkıncı yıl toplantısı vardı nev-york’ta, ona iştirak etmeye gitmiştik. Vaşington ise pek tatsız, tutsuzdu. Babalardan kimse olmayınca şamata da olmuyor. Zaten sonunda rahatsızlanınca pek tadını çıkaramadık. Ama yine de anlatayım. Amerika’daki yatırımcılar Türkiye ekonomisini çok yakından takip ediyorlar. Bizim gazeteler internet’ten anında İngilizce’ye çevrilip yorumlanıyor. Belli ki, Türkiye yabancı yatırımcılar için ilk gidilecek ülkelerden biri. Piyasalar açısından Türkiye son yılların en ciddi fırsatını yakalamış durumunda. İsrail ve Avrupa Birliği ile yakınlaşma, Yunanistan ile ilişkilerimizin daha yapıcı bir mecraya girmiş olması, siyasi olarak Türkiye’yi yabancı yatırımcıların gözünde daha sempatik bir ülke yapmış. Amerikan İdaresi’nin Türkiye’ye verdiği desteği artırması da önemli bir faktör. Yurtdışından bakıldığında Türkiye bir fırsatlar ülkesi gibi görünüyor.

Hurşit Bey: Peki ağabey, risklerin de farkındalar mı?

Başkan Selahattin Bey: Yabancıların kafasında bazı soru işaretleri yok değil. Yapılanlar bir koalisyon hükümetinden beklenmediği için, hem şaşırtıcı, hem de daha inandırıcı olmuş. IMF’nin Türkiye ekonomisi hakkında söylediği övücü sözler de Türkiye’ye çok prim yaptırıyor. Özellikle finans kesimindeki yatırımcılar, Türkiye’nin uyguladığı programın risklerinin farkındalar. Enflasyonun bu yıl sonunda yüzde 20’ye düşmeyeceğini onlar da biliyorlar. Siyasi istikrarın bozulmasının, uygulanan programı sekteye uğratabileceğinden kaygı duyuyorlar. Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında Türkiye’de yaşanan siyasi gelişmeler yabancı yatırımcıları biraz kaygılandırmış. Fakat, Türkiye’nin içinde yaşadığı siyasi sorunlara, siyasi istikrarı bozmayacak bir çözüm bulacağını düşünüyorlar. Merkez Bankası’nın kurları söz verdiği biçimde götürüp götüremeyeceğini merak ediyorlar. Türk Lirası’nın reel olarak değerleneceği konusunda bir beklenti var. İşler yolunda giderse, ekonomik büyümenin olmayacağı ya da çok az olacağı umuluyor. Reel ücretlerin düşmesi gerektiği vurgulanıyor. Bu senaryo çerçevesinde, ekonomik büyümenin 2001 yılı ve sonrasında gerçekleşebileceği hesapları yapılıyor. Bence yılın ikinci yarısından sonra kafalardaki soru işaretleri giderek azalacağa benziyor.

Hurşit Bey: Keşke Süleyman Bey başımızdan ayrılmasaydı da, o da keyfini sürseydi o günlerin. Demirel seçilemedi ya, görecektin İhsan Hoca’nın keyfini!

Prof.İhsan Bey: Hurşit Bey, siz de beni vicdansız canavar gibi gösterdiniz vallahi. Demirel’in görev süresinin uzaması için ne Türkiye’nin içinde bulunduğu kritik dönem, ne başarılarla dolu 7 Çankaya yılı yeterli olabilirdi. Ben sadece Meclis’in rüşdünü ispat etmesine sevindim. Yoksa Demirel seçilmedi diye sevinmiş değilim. Bence siz de sakın ağlayıp yas tutmayın. Kendilerini Demirel’e yakın görenler de duydukları öfkeye kapılıp ‘‘Bundan sonra tufan’’ hırsına kapılmasın. Özellikle de kriz beklentisini yaymasın.

Başkan Selahattin Bey: Hocam geçen toplantıda sen “Demirel, seçilmemeli” derken biz de Süleyman Beyi savunuyorduk. Ben olaylar sırasında Amerika’da idim ve aklım erdiğince Amerikan seçim kampanyalarını takip ettim. Ve sana hak verdim. Bu bir bayrak yarışı ve kendi 100 metresini 5 saniyede de koşsa, aynı adama bir 100 metre daha koşturtmuyorlar, kuralına göre bayrağı sıradakine devrediyor. Demirel önce bürokrat, sonra politikacı olarak yıllarını Türkiye’ye adamış bir insandır. Uzun politik yaşamı içinde hatalar yapmış olabilir. Ama unutulmasın ki, ülke için çok önemli hizmetlerde de bulunmuştur. Şimdi hepimiz Demirel’e yaptığı hizmetlerden dolayı teşekkür etmeliyiz. Bize inkár değil, vefa yakışır. Sonuçta Demirel başarısızlıklarının değil, toplumda esen değişim arzusunun karşısında duramadı. Bunun için öfkeye, yılgınlığa veya zafer sarhoşluğuna kapılmaya gerek yok.

Cem: Beybaba, bizim nesil için çok önemli bir sınavdı bu. Değişim isteyenlere çok ciddi moral verdi Meclisin tutumu.

Aslı: Adamcağız Çankaya’ya çıkmasın diye bas bas bağırılmıştı. İlksan rezaletleri falan. Şimdi de inmesin diye kampanyalar. Ama Sinan’lar da son hafta sırt çevirince adama, ben de kaybedeceğine inandım. “Kudret Bey’in bir bildiği var” dedim.

Hurşit Bey: Kayınpederiniz Kudret Bey’in medya grubu dahil bir çok kişi “Demirel insin” diye değil “Mesut yukarı çıksın” diye politika yaptılar. Tansu Hanım ve Devlet Bey’de Mesut’un yukarı çıkmasının faydalarına inanınca ittifakların çatlaması ve imzaların unutulması kolay oldu.

Başkan Selahattin Bey: Kudret Bey deyince aklıma geldi. Nisan ayını hatırlarken Süleyman Bey kadar önemli bir kaybımız GSM ihalesi olacak herhalde. Ben seyahatin sonlarına doğru yorgunluktan mütevellit bir ufak rahatsızlık geçirdim, malumunuz. Sağolsun Cem ile Aslı’da koşup geldiler Amerika’ya. Cem çok heyecanlı idi, ertesi gün sonuçlar açıklanacak diye. Aynı gün akşam geri döndü. Sonuçlar açıklanınca ben bu sefer onun sağlığı açısından endişelendim. Aslı kızım Internet’ten Türk gazetelerini okumayı öğretti bana. İhale sonrası çekilmiş bir resmini görünce korktum vallahi, Cem! Çok çalıştın, uğraştın ama olmayınca da “sağlık olsun” demeyi öğrenin artık, oğlum.

Holding Genel Koordinatörü Metin Bey: Efendim, hakkı aliniz var ancak çok ortaklı konsorsiyum olunca Cem Bey de rahat hareket edemedi. O da yıpratıcı oldu. Yoksa biz daha ilk gün akşam kendi payımızı arttırmaya karar vermiştik. Bunca yıllık müteahhitlik geçmişimize rağmen biz de anlayamadık ilk başta İş Bankası’nın ne yapmaya çalıştığını. “Ya, İş Bankası bu işin çok karlı bir iş olduğunu fark etti. Biz farkında değiliz. Ya, İş Bankası bu işi daha iyi yapacak kadrolara sahip, bu işi bizlerden daha iyi yapabilecek durumda. Ya da, İş Bankası, uçtu yani ölçüyü kaçırdı. Mantık ötesi bir rakama çıktı.” Diye düşündük. Ben akşam eve giderken All-Sports Café’ye uğradım, “bahçede oturup bir kahve içip bir de puro yakayım” dedim. Malum işyerinde siz, evde hanım, puro’nun tadını unuttuk. Bir de ne göreyim İhsan Hoca da orada oturmuş, limonata içip bulmaca gibi birşey çözüyor. Ben sormadan o başını kaldırmadan söyledi. “Oyun teorisi üniversitelerde okunup unutulacak bir konu değildir, Metin” diye. O zaman bende jeton düştü.

Hurşit Bey: O teoriyi biz de bilirsek konuyu anlamış oluruz belki hocam.

Prof.İhsan Bey: Hurşit Bey, çıkar çatışmaları olan kişiler arasında bilgi seviyesinde ve kalitesinde dengesizlikler oluşur. İşin içine 2 turlu seçim gibi ucubeler de girince oyun teorisini ispat etmek kolaylaşır.

Hurşit Bey: Nasıl yani!

Prof.İhsan Bey: İhale öncesi rakibinizin ne bildiğini nasıl düşündüğünü tahmin etmeye çalışır ve ona göre taktik üretirsiniz. İki turlu seçimlerde insanlar doğal olarak ikinci turun olacağına inanırlar. İkinci turun sonucunu düşünerek birinci turun taktiğini oluştururlar. İş Bankası da bu ön yargıya güvenerek bir kumar oynadı. İkinci tur olmayacakmış gibi fiyat verdi. Alıcı fiyat verince de ikinci tur olmadı. İş Bankası konunun yabancısı ama, Avrupa’nın ikinci büyük cep telefonu işletmecisi, İş Bankası’nın ortağı. Fiyatlandırmayı yapan Güney Amerika ve Avrupa’daki deneyimine dayalı olarak bir fiyatlandırma yapıyor.

Başkan Selahattin Bey: Peki Cem, gerçekten bu parayı verip ikinci lisansı alsaydın, bir bu kadar da yatırım yapacaktınız. Yine de para kazanabilecek miydiniz?

Cem: Beybaba, bu işi sadece cep telefonu ihalesi olarak görmemek gerekiyor. Yeni ekonomi döneminde, cep telefonu, internet iletişiminin ve internet ticaretinin bir bacağını teşkil ediyor. İnsanların birden fazla telefonu olmayacak ancak şimdiki telefona benzeyen bir aleti çok-amaçlı kullanacaklar. Dakika başına fiyat düşse bile dakikalar öyle artacak ki, bu fiyat düşük bile olabilir.

Başkan Selahattin Bey: Neyse Cem, iştahını ve heyecanını muhafaza et, belki önümüze başka fırsatlar çıkar, onları değerlendiririz.

Cem: Beybabacım, Telekom özelleştirmesine girmeyin çok tepki alırsınız diyordunuz, GSM de uçtu gitti. Başka ne fırsat kaldı ki?

Başkan Selahattin Bey: Belki mevcutlardan birisi satmak ister. Paranız da ortağınız da hazır değil mi?

Cem: Beybabacım, Yüksel Uzunel ve oğulları ile aynı kaldırımda dahi yürümeyin diyen siz değil misiniz?

Başkan Selahattin Bey: Evladım, ortak olalım demiyorum ki! Mallarını alacağız. İsteyerek değil sıkışmışlar da satıyorlar. Hem belki sıra onlara gelmiştir. Rabbimin sopası yok ki! Hep onlar mı milleti sıkıştırıp zorla malını elinden alacaklar. Evet Aslı Hanım internet kanalınız hayırlı olsun. Gelir gelmez kayınpederinin gazetelerini ve televizyonlarını görünce sonunda başladığınızı anladım da, işler nasıl?

Aslı: Henüz çok iyi değiliz, çok eksiğimiz var. Bir de Amerikan teknoloji hisseleri değer kaybedince moralimiz epey bozuldu beybaba! Ama yılmak yok. Bizim binanın yanındaki binayı da tuttuk, orada bir inkübasyon ünitesi kuracağız.

Hurşit Bey: O ne oluyor güzel yeğenim?

Aslı: Amcacığım, bir tür kuluçka makinesi de diyebiliriz. ABD’de teknoloji yatırımlarına para yatıran aracı kurum yatırım yapmaya karar verdiği projeyi inkübasyon sürecinden geçirir. Bu süreç gerek gelişmeyi hızlandırmak gerekse de maliyeti düşürmek amacıyla özel birimlerde yapılır. İnkübasyon süreci 6-18 ay arasıdır. Inkübatörler, yolun başındaki şirketlere fiziki mekan sağlar ve Muhasebe, bordro, insan kaynakları, finansman, hukuk, PR ve yatırımcı ilişkileri, metodoloji ve yönetim danışmanlığı, ürün geliştirme, yazılım geliştirme, iş planı yazma, satış pazarlama konularında destek olurlar. Hizmetlerinin karşılığını ya yatırımcı öder; ya da hizmetlerinin karşılığında hisse alırlar. Biz hisse alacağız.

Selahattin Bey: Dikkatli olun madem teknoloji borsaları çöküyor siz de iyi pazarlık edin hisse alırken.

Aslı: Siz merak etmeyin, şimdi bu işin de danışmanları türedi, onlardan da fikir alıyoruz. Ücretlerini de hisse olarak ödüyoruz ki doğru tavsiyelerde bulunsunlar.

Selahattin Bey: Hocam, telekom derken, kuluçkaya geldik. Ekonomiyi nasıl görüyorsun? Anlat bakalım.

Prof İhsan Bey: Geçen ay iki önemli rakam açıklandı. Devlet İstatistik Enstitüsü 1999 yılında ekonominin ortalama yüzde 6.4 küçüldüğünü duyurdu. Aylık sanayi üretimi endeksine bakarak yapılan tahminler yanıltıcı oldu. Cumhuriyet tarihinin küçülme rekorunu kırdık. Açıklanan bir diğer veri ise enflasyon rakamlarıydı. Mart ayında toptan eşya fiyat endeksi bazında enflasyon yüzde 3.1 oldu. Mutlak olarak bakıldığında, enflasyon hálá oldukça yüksek. Fakat, geçen aylara bakarak bir eğilim tespit edilmeye çalışıldığında, enflasyonun yavaş da olsa düşme eğiliminde olduğu görülüyor. Ortada sevinilecek fazla bir şey yok, fakat umutlanacak birtakım işaretler var.

Hurşit Bey: Karamsarlık bulutları dağılıyor artık. Ne derseniz deyin şu cep işi de çok iyi oldu.

Prof.İhsan Bey: Mart ayı enflasyonu tahminlerimin altında gerçekleşti. Yanılgımın kaynağı, beklentimin altında çıkan tarım fiyatlarındaki artıştı. Eğilim aşağı doğru da olsa, üç ayın enflasyonu oldukça yüksek. Gelişmeler yıl sonu enflasyonunun yüzde 35-40 aralığında gerçekleşme tahminlerimle tutarlı. Buna karşılık bazı kaygılar da var. Yılın ilk yarısı için memurlara verilen ücret ayarlaması yüzde 15. Haziran ayı sonunda gerçekleşecek enflasyon, ücret artışlarından daha yüksek olacak. Hükümet, nasıl olsa enflasyon iniş eğilimine girdi diye ek ücret artışı yapılması için başlatılan baskılara boyun eğecek mi? Sabırsızlık gösterilip hedeflenen bütçe açığını tutturamamamız durumunda, iniş eğilimine girdiğini düşündüğümüz enflasyon çok çabuk yön değiştirecektir. İleriye yönelik beklentilerde yaratılacak hayal kırıklıklarının faturası daha yüksek enflasyon ve daha yüksek faizler olarak karşımıza çıkacaktır.

Selahattin Bey: Aynı risk, ileriye dönük ekonomik büyüme için de söz konusu değil mi?

Prof.İhsan Bey: Çok doğru, ekonomi, kendi dinamikleri içinde bile bir canlanma sürecine girse, dikkat etmek gerekir. Özellikle, ekonomiyi canlandırmak için kamu finansmanı disiplininden verilebilecek tavizler, enflasyon ve faizleri artıracaktır.

Cem: Peki ne tavsiye ediyorsunuz?

Prof.İhsan Bey: Cemciğim, enflasyonu kalıcı olarak düşürebilmek için sabırlı olmamız gerekiyor. Bazı ekonomik verilerde gözlenen olumlu eğilimler başarı demek değildir. Başarı, eğilimlerin kalıcı olarak bizleri hedefe götürdüğü zaman gerçekleşecektir. Geçmişte, doğru ekonomik politikalar sabırsızlık nedeniyle terk edildi. Uzun zamandan beri ilk kez bir rüzgár yakalamış bulunuyoruz. Sabırlı olmanın önemi daha da artıyor. Büyümeden biraz daha fedakárlık etmek gerekirse, gerekeni yapalım. Fakat, enflasyonu indirme hedefimizden taviz vermeyelim.

Hurşit Bey: “Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik” diyebilir miyiz?

Prof.İhsan Bey: Maalesef henüz değil. Çok kritik bir döneme girmiş bulunuyoruz. Şimdiye kadar yapılanlar kolay şeylerdi. Çıkarılan yasalar ya da alınan kararlar toplum kesimleri tarafından hemen fark edilebilecek şeyler değillerdi. Bankalar Kanunu’nun vatandaşı doğrudan ilgilendiren bir tarafı yoktu. Bankacılık Üst Kurulu’nun üyelerinin atanmasının da vatandaşın cebine bir etkisi yok. Özelleştirme ve uluslararası tahkim gibi konular da topyekün vatandaşları ilgilendiren konular değillerdi. Vatandaşın cebine tek etki memur maaşlarının yeni yılda yüzde 15 artırılmasıydı. Vatandaşın cebini ilgilendiren kararlar yeni yeni gündeme gelmeye başlıyor.

Hurşit Bey: Hükümet tütünde destekleme alım fiyatını açıkladı. Açıklanan fiyat yüksek miydiki?.

Prof.İhsan Bey: Hayır değildi ama yakında hububatta destekleme alım fiyatları açıklanacak. IMF’ye verilen niyet mektubunda tonda 150 dolar kadar buğdaya taban fiyatı verileceği açıklanmıştı. Hükümet sözünde durabilecek mi? Durmak zorunda. Ocak ayından bu yana özel imalat sanayii fiyat endeksi düşüyor diye kendimizi başarılı saymak için çok erken. Erken sevinip disiplin bozulduğunda işleri tekrar toparlamak çok zor olacaktır. Yanılıyor olabiliriz. Fakat, hükümetten bazı gevşeme sinyalleri alıyoruz.

Hurşit Bey: mesela?

Prof.İhsan Bey: Vakıflar Bankası özerkleştirilecek, çoğunluk hisseleri özelleştirilecekti. Daha yapılamadı. Kamu bankalarının rehabilitasyonu konusunda bir kanun çıkarılacaktı, bu da yapılamadı. Hükümet reform sözü verdiği bazı alanlarda gerekenleri yapmakta zorlanıyor. Bu denli iyi iç ve dış konjonktürün yakalandığı bir ortamda hükümetin işleri gevşetmesine izin verilmemeli. Açıklanan istikrar programı ile dönülmez bir yola girdik. Bu dönülmez yolda karşımıza çıkan sınavları da en iyi şekilde vermek zorundayız. En ufak bir gevşeme bekleyişleri de, itibarı da altüst eder.

Selahattin Bey: Metin Bey, şirketlerin durumunu konuşmaya fırsat kalmadı yine kısaca anlatırmısın

Metin Bey: Grubumuz 1999 yılında ülke ile baraber küçülmüştü. Siyasi istikrar ve ekonomi yönetiminin gösterdiği kararlılıkla yılın ilk aylarında biz de hızla toparlanmaya başladık. Sanayi grubumuzun üretimi henüz 1998 düzeyine ulaşmamakla birlikte, özellikle bazı şirketlerimizde 1999’a göre hızlı bir artış var. İthal hammadde ağırlıklı olarak çalıştığı için düşük kur politikasından olumlu etkilenen makina imalat şirketimiz yüzde 170 gibi rekor bir üretim artışı kaydetti. 1999’un ilk iki ayında yüzde 45 gerileyen taşıt araçları üretiminde bu yıl aynı dönemde yüzde 50’lik bir artış kaydedildi. Son dönemde önemli ihracat artışları kaydeden televizyon, monitör ve haberleşme cihazları üretiminde de yüzde 45’lik artış gerçekleşti. Giyim eşyası üretiminde bu yılın ilk iki ayında üretim yüzde 40 oranında artış gösterdi. Geçen yıl üretimi hızla gerileyen şirketlerimiz arasında yer alan plastik mamullerinde de bu yıl yüzde 30’luk büyüme oldu. Turizm rezervasyonlarında ise gerçekten patlama var.

Selahattin Bey: Bahar geldi pir geldi. Makus talihimizi yeneceğimize inancım gün geçtikçe artıyor. Hepinize iyi çalışmalar. Toplantımızı kapatıyorum.

Globus’un 2000 Mayıs sayısında Nihat Baran ismi ile yayınlanmıştır. Kırmızı işaretli bölümler baskıda çıkarılmıştır.

Haziran 2000

Başkan Selahattin Bey: Hoşgeldiniz. Haziran ayı toplantımızı açıyorum. GSM ihalesi, Cumhurbaşkanlığı seçimi, Galatasaray maçları derken mayıs ayını da kazasız belasız nazar değmesin, çok olumlu geçirdik. Herkesin keyfi iyidir, inşallah. Hemen başlayalım mı, Pertev Bey?

Pertev Bey: Tabii, efendim. İlk önce Koordinatörümüz Metin Bey malumat arzedecekler.

Metin Bey: Efendim, otomotivden sonra beyaz eşyada da canlanma başladı. Geçen sene pazarın %35 daraldığı bu sektörde satışlarda yüzde %16 artış var. Diğer taraftan beyaz eşya ihracatımız da geçen yılın aynı dönemine göre yüzde %23 oranında artmış. İthalat ise geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 11 artmış bulunuyor. Sanayi grubumuzun konsolide üretimi de geçen yıl yüzde 9.6 azalmışken, bu yıl yüzde 3.2 oranında artmış. Allah bereket versin! Yavaş yavaş kıpırdanma başladı!

Hurşit Bey: Genel olarak ithalatta bir artış var. Döviz sıkıntısı yaratmasın?

Metin Bey: Geçen yılın aynı dönemine göre ithalat yüzde 42, dış ticaret açığı ise yüzde 220 artmış. İthalattaki toplam artış ise 2.1 milyar dolar. Rakamlar ilk bakışta korkutuyor. Ayrıntılara inildiğinde, korkmak için fazla bir neden olmadığı görülüyor. Artışın büyük bir kısmı ham petrol ve petrol bazlı ürünlerin ithalatından kaynaklanıyor. Bu kalemdeki ithalat artışı yaklaşık 600 milyon dolar.

Hurşit Bey: Nedeni ne peki?

Metin Bey: Petrol fiyatları geçen yıl varil başına 10-14 dolar arasındaydı. Bu yıl aynı dönemde petrolün varili 30 doları geçti.

Prof. İhsan Bey: Hurşit Beyciğim, yılın ilk iki ayında ithalatdaki toplam artış bir milyar doların altında. İthalattaki bu artışın iç talepteki genişlemeden geldiğini savunmak şimdilik zor. Geçen yıl doğru dürüst ithalat yapılamadığından, bu yıl bir ölçüde açlık gideriliyor. Kaldı ki, enflasyonla mücadelede, ithalat, iç fiyatların artışını kontrol edebilmek için önemli bir araç. Tüm araçlarla beraber ithalat da enflasyonu aşağıya çekmek için kullanılmak zorundadır. ‘‘Büyümeyle beraber ithalat patladı’’ yorumları şimdilik abartılı. İthalattaki artışı ekonominin canlanmasına bağlamak da elimizdeki veriler çerçevesinde çok iyimser bir yaklaşım. Önümüzdeki aylarda petrol ithalatının faturası artarak devam edecek. Büyük bir olasılıkla kara taşıtları ithalatı da hız kesecek.

Selahattin Bey: Hocam peki hedeflerin neresinde Türkiye?

Prof.İhsan Bey: Nisan ayı enflasyon rakamı düşük çıkmış gibi görünüyor ama işin sevinilecek bir tarafı yok sadece umutlanacak taraflar var. “Enflasyonu yeniyoruz” diye havaya girmek için çok erken. Yaz aylarında enflasyonun eksi çıkacağı üzerine yapılan hesaplar iktisadi açıdan fazla bir önem taşımıyor. Geçmişte, enflasyonun yüzde 60-70 olduğu yıllarda dahi yaz aylarında enflasyon eksi olmuştur. Bu aşamada, yürürlüğe konan her uygulamanın ne kadar can yakarsa yaksın enflasyonu düşürmek için yürürlüğe konduğu vatandaşa iyice anlatılmalıdır. Kamu sektöründeki ücret artışları sınırlı tutulmak zorundadır. Geçmiş enflasyon, beklenenden yüksek gerçekleşti diye program hedefleri aşılmamalıdır. Tarım sektörüne verilen sübvansiyon azaltılmalıdır. Kamu bankalarının yeniden yapılandırılması konusundaki mevzuat ivedilikle çıkarılmalıdır. Söz konusu tedbirler yaz aylarından önce yürürlüğe konmalıdır. Aksi takdirde, alınan tedbirlerin 2000 yılına yönelik bir faydası olmayacaktır. Sosyal güvenlikte programlanan reformlar ivedilikle gerçekleştirilmelidir. Enflasyonun inatçı olması yılın ikinci yarısında uygulamaya konulması programlanan politikaların daha erken gündeme getirilmesini zorunlu kılmaktadır.

Hurşit Bey: Hocam şu güzel günde münafıklık etmesen?

Prof.İhsan Bey: Böyle yorumlamayın lütfen. Enflasyon rakkamlarına etraflıca bakıldığında, nisan ayında beklenenden düşükmüş gibi görünen fiyat artışları, ileriye dönük bazı kaygılar da yaratıyor. Enflasyon rakamlarında en dikkati çeken ayrıntı, kamu sektörünün zam yapmamış olmasıdır. Enflasyon özel sektörden kaynaklanıyor.

Güven Bey: Kamu sektörünün zam yapmaması, finansman açıklarının büyümesi anlamına gelmez mi?

Metin Bey: Bir soru da benden Hocam! Kamu sektörü ‘‘düşük zam’’ politikasını ne kadar devam ettirebilir?

Prof.İhsan Bey: Bu politikanın uzun dönemde sürdürülmesi imkansızdır. Bu çeşit uygulamaları geçmişte de gördük. Enflasyonla mücadele adına akaryakıt tüketim vergisinde programlanan artışlar geciktiriliyor. Maliyetler arttığı halde, kamu sektöründeki bir çok işletme fiyat ayarlamalarını ya dondurmuş ya da çok yavaşlatmış durumda.

Cem: Bütün bunlardan ne sonuç çıkarılabilir?

Prof.İhsan Bey: Nisan ayında enflasyonun düşük gibi görünmesinin nedeni, suni uygulamalar sonucu olabilir. Kamu sektörünün nefesi kesildiğinde, özel sektör de fiyat ayarlamalarını hızlandıracaktır.

Cem: Kamu sektöründeki ‘‘düşük zam’’ politikası, enflasyonist bekleyişleri nasıl etkiler?

Prof.İhsan Bey: Olumlu etkileyebilir. Bekleyişlerdeki radikal değişme, özel sektör üzerindeki kamu fiyat ayarlamalarının etkisini azaltabilir. Enflasyonist beklentilerdeki değişme kısa dönemde başarıldığında, kamu sektöründeki ‘‘düşük zam’’ politikası sınırlı da olsa yararlı olabilir. Doğru olup olmadığını sonbahar aylarında göreceğiz.

Selahattin Bey: Peki sonbahara kadar ortalık süt liman mı? Programın riski yok mu?

Prof.İhsan Bey: Bu programın en riskli olduğu konular hububat fiyatlarındaki destekleme oranı, tarım reformu ve kamu bankaları reformu konusundaki düzenlemeler. Bunlar oy kaybı açısından en tehlikeli konular. Kamu bankaları konusu ise siyasetçinin arpalığı açısından en büyük potansiyelin kaybı anlamına geliyor. Önümüzdeki iki ayda tarım kooperatifleri, tarımda destekleme ve tarım desteği sonucu şehit düşen kamu bankaları konusunda çıkarılmasına niyet mektubu ile söz verdiğimiz reform yasalarını çıkartır ve uygulamaya koyarsak bu ülke sağlam bir geleceğe doğru çok büyük bir adım atmış olacak

Hurşit Bey: Hocam diyelim ki taviz vermek zorunda kaldılar, ne olur?

Prof.İhsan Bey: Hurşit Beyciğim, Tarım Bakanı tribünlere oynuyor ama hükümet bu konuların altına imza atmış durumda dönemez! Ülke ya niyet mektubuna yazdığı gerçekçi yaklaşımı önümüzdeki haftalarda gündeme getirecek, ya da klasik Türk popülizmine geri dönülecek, popülizm ve sefalet devam edecek.

Selahattin Bey: Sosyal boyutu çok sancılı olmaz mı?

Prof.İhsan Bey: Bu tür aşırı fiyat desteklemesi politikaları seçim kazanmaya yarasa da ekonomik açıdan felaket getiriyorlar. Çiftçilere yanlış fiyat sinyalleri vererek, talebe karşı yanlış arz reaksiyonu göstermelerine neden oluyorlar. Türkiye net olarak bir çok desteklenmiş tarım ürününü ihraç ediyor.

Hurşit bey: Mesela?

Prof.İhsan Bey: Mesela, şeker ve hububat, ama bir sürü diğer tarım ürününü de ithal ediyor, mesela süt ürünleri ve et. Halbuki bu ithal edilen ürünlerde ülkenin büyük mukayeseli avantajı var! Büyüyen bir piyasada yiyecek ve gıda maddelerine artan talebi içerden karşılamak isteyen, bu nedenle de tarımda prodüktivite artışı sağlamak isteyen bir ülke için bu tür politikalar çok yanlış politikalar!

Selahattin Bey: Niçin?

Prof.İhsan Bey: Bu tür yaklaşımlar küçük ölçek, eğitimsiz çalışan gibi virüsleri teşvik ettiği gibi, zengin çiftçiye fakir çiftçiden daha fazla yardım ederek, kırsal kesimde gelir düşüklüğünün de en önemli yaratıcısı haline geliyorlar.

Hurşit Bey: Hocam tarım faturası ne kadar? Bu biliniyor mu?

Prof.İhsan Bey: Devletin resmi olarak desteklediği ürünlere verilen destek toplam desteğin yüzde altmış kadarını oluştururken, gayriresmi destek yüzde kırk kadarını oluşturuyor! Tabii bir de Tekel, Toprak Mahsulleri ve Şeker Fabrikaları vasıtasıyla destekleme faaliyetleri var. Dikkat edilmesi gereken nokta şu: tarım desteklemesi bütçede fazla gözükmüyor. Giderek KİT ve daha önemlisi Ziraat Bankası bilançolarında yoğunlaşıyor. Şu andaki GSMH oranı olarak yüzde 7-8 arasındaki total rakam ise 15 milyar dolara dayanmış olarak, dev bir rakam! Bunu hiç bir ekonomi kaldıramaz!

Hurşit Bey: Hocam yıllar önce şehre gelmiş olsak da bir yanımız hala çiftçi. Devlet IMF ile olan niyet mektubu anlaşmasına uyduğu taktirde geçen yılki buğday fiyatına sadece yüzde 10 zam gelecekmiş! Çiftçi nasıl ekmek parası kazanacak?

Prof.İhsan Bey: Bütün çiftçiler ve ziraatçiler gibi siz de geçen yılki ve bu yılki fiyatları karşılaştırıyorsunuz! İyi de, geçen yılki fiyatlar dünya fiyatının neresinde idi, geçen yılki fiyatlar aşırı ise bu yıl da o aşırı fiyatın üstüne daha da ekleyerek tüketiciye yüklemek nasıl olacak? Temel soru bu!

Metin Bey: Son beş yılda tahıl fiyatlarında iç fiyat ile dış fiyat arasındaki fark 1996 yılındaki 15 dolarlık düzeyden 1999 yılında ton başına 80 dolara kadar çıkmış. Çünkü uluslararası fiyat düşerken iç fiyat aşağı ayarlanmamış. Bunun sonucu olarak da 6 milyon ton stok birikmiş. Bunların alışının maliyeti ve stokları taşımanın maliyetini düşünün bir kere! Mesela şekerde dünya fiyatı düşerken iç fiyatın yükselmesinin sonucu 2 milyon ton stok birikmiş! Şeker Fabrikaları bunun altından nasıl kalkar ki?

Selahattin Bey: Hurşitçiğim, anladığım kadarıyla, bunun temel nedeni iç fiyatlarla dış alem fiyatları arasındaki farklılık. Tabii ki iç fiyatlar yüksek! Dış fiyat düşerse iç fiyat yüksek kalıyor! Ama dış fiyat yükselirse iç fiyatlar da yükseliyor! Felaketin sebebi bu! Şimdi bu felaketi bir hasatta düzeltmeye kalkınca yandı gülüm keten helva! Güven Bey, şu sıralarda sermaye piyasalarında herhangi bir hareketlilik yok. Neden?

Güven Bey: Piyasalarda yeni bir beklenti yok. Yeni bir beklentinin olmaması, yatırımcıların bundan sonra ekonomide ne gibi kararlar alınacağı konusunda fazla bir fikrinin olmadığını gösteriyor. Dengenin sürdürülmesinin nedeni, yatırımcıların ‘‘bekle, gör’’ politikalarından kaynaklanıyor. Ekonominin daha iyiye gideceği beklentisi piyasalara hákim olmaya başladığında borsa endeksi çıkacak, faizler daha da düşecektir. Ekonominin ne tarafa gideceği ise bundan sonra alınacak ekonomik kararlarla çok yakından ilgilidir. Bu gelişmeler yaz ayları sonunda kredi notumuzun tekrar artmasını sağlayacaktır. Büyük bir olasılıkla, yıl sonuna doğru kredi notumuz üçüncü kez artabilecektir.

Selahattin Bey: Cem oğlum, şu GSM ihalesinden çekildiğinizi baştan açık açık söyleseydiniz bize de laf gelmeseydi!

Cem: Beybaba, biz hiç katılacağız demedik ki! Zaten bize de laf gelmiş değil.

Prof.İhsan Bey: Peki, 15 gün sonra tekrarlanmasını kim istedi?

Hurşit Bey: Bakanlıktan aldığım bilgiye göre, Zeynel Abidin bizzat başvuruda bulunmuş.

Adalet Hanım: Şifahi başvurmuş galiba?

Hurşit Bey: Bakanlık şifahi başvuru ile iş yapar mı, Adalet hanım? Elbette yazılı başvurmuş. Enis Hoca ile de konuştum. “Talip olduklarını beyan etmeleri üzerine tüm ihaleye katılanlara faks çektik. Sözünüzün arkasında mısınız, diye sorduk. Teyid aldık. İhaleyi tekrarlamasaydık, bu sefer İş Bankası konsorsiyunu kayırdığımıza dair şaibe üretilebilirdi. Şaibeye yol açmamak için ihaleyi tekrarladık.” dedi.

Metin Bey: Zeynel Abidin Bey, ihalenin ilk gününden beri ‘Parayı verip ihaleyi alacakları’ havasını yarattı. Sonra da kalktı: “Dilim sürçtü” dedi. İhaleye katılmak ile ihale salonuna girmeyi kastettiğini savundu. Bir ara da ihaleye teklif vermenin önkoşulu olan yabancı ortak zorunluluğu için “Yabancı ortak olmasaydı, biz alırdık” gibi ihale sistemiyle dalga geçen açıklamalar yaptı. Biz hiç böyle bir beklenti yaratmadığımız için bizim hisse senetlerinde anormal iniş-çıkış yaşanmadı.

Adalet Hanım: Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) ihale süreci boyunca bazı hisse senetlerinde yaşanan dalgalanmayı incelemeye aldı. ‘Gerçeğe aykırı beyanlarla fiyat oluşumunu etkilemek’ten suçlu bulunanlar 1 yıl ile 3 yıl arası hapis cezası istemiyle yargılanabilecek. Bu arada SPK ihale öncesi hangi aracı kurumun brokerlarının eşe dosta ‘Demirbank hisselerini almayın’ diye tavsiyede bulunduğunu da inceleyecekmiş.

Selahattin Bey: Ben, Zeynel’i aradım. Sesi çok bozuktu. Kendisi SPK’yı arayarak konuşma kasetlerini teslim etmiş. “Bir kere bile hisse senedi almadım. Almam. Bunu ispat eden olursa bütün servetimi ispat edene bağışlarım” dedi. Bence de o saflığının kurbanı olmuştur.

Prof İhsan Bey: Selahattin beyciğim, 3 milyar dolarlık ihaleye giren insanların çok iyi ve düzgün bir poker oyuncusu olmaları gerekir. Bırakınız konuşmayı, mimikleri ile dahi yanlış anlaşılacak ifadelerde bulunamazlar. Karakolda biter vallahi.

Cem: Beybaba, ortalıkta farklı farklı iddialar yer alıyor. Bir iddiaya göre Halit Bey gizli bir anlaşma ile Genpa’yı satın almış.

Hurşit Bey: Hanımlar, beyler hala birçok şey Ankara’dan idare ediliyor. Siz Ankara’lı müteahhitlere bakın. Atlas Yapı ve Yunus Doğan. Bu ihaleye kadar hiç isimlerini duydunuz mu? Yunus Doğan, MHP yanlısı bir yayın misyonu ile faaliyet gösteren Işık TV’nin de sahibi. Zeynel Abidin Bey kendisi de partiye yakındır ama Yunus kadar değil. Ankara’lı başka bir eski, meşhur partili müteahhit, bir gece önceden ihalenin olmayacağı haberini alıp, sahip olduğu aracı kurumun elindeki tüm Demirbank hisselerini sattırmış. Kimden öğrendi dersiniz?

Metin Bey: Efendim dilin kemiği yok ki. Güya adı geçen konsorsiyumun finansörü de Turkcell’in sahipleri imiş.

Selahattin Bey: Dedikoduya girince “kifayeti müzakere” derdi rahmetli babam, bende konuyu değiştirmek istiyorum. Anayasa Başkanı Sezer Bey’in Cumhurbaşkanı seçilmesine ne diyorsun Hocam. Sonunda Baba’dan kurtuldun.

Prof.İhsan Bey: Seçimin vurgulanması gereken üç özelliği ve güzelliği vardı, bence. Birincisi, seçim, demokratik kurallar içinde, müdahalesiz bir şekilde sonuçlandırılmıştır. İkincisi, Cumhurbaşkanı, siyasi partiler arasında “sivil” bir uzlaşma sonucu seçilmiştir. Üçüncüsü ise parlamenter demokrasinin sınırlarını çizdiği cumhurbaşkanlığına “uygun” bir isim seçilmiştir. Bu üç özellik, Türkiye’nin siyasette “normalleşme” sürecinde yol aldığını gösteren önemli işaretlerdir.

Hurşit Bey: Bence Sezer Bey’in siyasi bir şahsiyet olmayışı handikaptır. Hocam sence Sezer Bey nasıl bir cumhurbaşkanı olacak?

Prof.İhsan Bey: Sizi doğrudan ilgilendiren kısmını önce cevaplayayım, yarım saatte randevu alıp Çankaya’ya çıkıp, iş bitirme devri sona erdi. Yazın sizin tatil köyünde tavla oynarken de göreceğimi sanmıyorum. Sezer’le birlikte Çankaya’nın işlev, görüntü ve uslubunda değişiklik olacağını düşünüyorum. Anayasa hukukuna hakim bir şahsiyetin Çankaya’da oturmasının, demokratik hukuk devleti anlayışının yerleşmesi, daha titiz uygulanması ve geliştirilmesi açısından faydalı olacağı kuşkusuzdur. Bunu zamanla siz de takdir edeceksiniz.

Hurşit Bey: Hocam Baba’ya taş atmasan olmaz yani. Demirel, bir kişi değil, bir ekoldür, halkın bilinç altına yerleşmiş ve bu bölgede siyaset kültürünün bir parçası olmuştur. Ayrılırken de Muhteşem Süleyman’dı yine. Tam bir devlet adamı gibi, tertipli düzenli, dosyaları ile beraber görevi devretti. Tavsiyelerini aktardı.

Prof.İhsan Bey: Yapmayın Hurşit Bey, Demirel’in yaptığı tavsiyeler, enflasyonla mücadelenin en kritik devresinde devletin daha fazla para harcaması gerektiğiyle ilgili. bu tavsiyeleri yapabilmek için “sorumsuz cumhurbaşkanı” olmak gerek. Hem “fakir-fukarayı ezen, kalkınmayı yavaşlatan enflasyon canavarını yenmek boynumuzun borcudur” diyeceksiniz, hem de “kamu, daha fazla para harcamalıdır” diye tavsiyede bulunacaksınız. ‘‘AB ortaklığı tarihi fırsattır, kaçırılmamalıdır. Türk dünyasına önem verin. Kırgızistan, Arnavutluk, Kırım ve Gagavuzlara yardımcı olun. Kafkas Paktı da çok önemli.’’ Diye tavsiye mi olur? Bunlara karşı olan varmı zaten? Bravo doğrusu.

Hurşit Bey: Sizin Galatasaray’ı Avrupa Şampiyonu yaptı yine de yaranamadı adamcağız!

Prof.İhsan Bey: Baba’nın katkısı ile olduysa Kupa’yı iade ederiz vallahi. Kopenhag’da o geceyi yaşayanlar bilir, tüm şartlar menfiyken herkes kalemizin önünde etten bir duvar oluşturup “Çanakkale geçilmez” yapacağımızı düşünürken, tam tersini yaptık, hücum oynadık. Şartlar ne kadar aleyhimize olursa olsun, takım kazanmak için oynadı. Moral üstünlüğü bizdeydi. Hırslı olan bizdik. Yorgunduk, ama kupaya ne kadar yaklaştığımızın da bilincindeydik. Rakibimizde bizdeki heyecan, hırs ve kararlılık yoktu ki. Kupayı aldık, ama Baba’nın sayesinde değil. O Kupayı o kadar istemiştik ki, Hagi’nin ihaneti bile engelleyemedi. Diyorum ki, aynı heyecan ve kararlılıkla, başarılarımızı yalnızca sporda değil, enflasyonla mücadelede de gösterebiliriz.

Selahattin Bey: Konu Galatasaray bile olsa Hoca onu enflasyona çeker getirir. Ben en iyisi toplantıyı burada kapatayım. Temmuz ayı toplantısını Bodrum’da yeni tesislerde yapacağız. Mimar Ayla Hanım, çok ısrar etti “İdare Meclisi Azaları bir gelip, görsün yaptıklarımızı” diye. Bodrum’da görüşmek üzere, herkese iyi mesailer.

Globus’un 2000 Haziran sayısında Nihat Baran ismi ile yayınlanmıştır. Kırmızı işaretli bölümler baskıda çıkarılmıştır.

Temmuz 2000

Başkan Selahattin Bey: Hoşgeldiniz. Temmuz ayı toplantısını Bodrum’da yapmaya karar verdiğimizde, iyi mi yaptık, yoksa kötü mü, tam bilemiyordum ama nazar değmesin herşey o kadar güzel olmuş ki, şimdi de iyi ki gelmişz diyorum. Bizim mimar Ayla Hanım, eli yavaştır ama çok titizdir. Huzurlarınızda tüm emeği geçenlere teşekkür ediyorum ve toplantımızı açıyorum. Pertev Bey’in sıcaklarla pek arası olmadığı için o katılamadı. Biz de “Aydın havası” hızlı bir toplantı yapalım, kimseyi sıkmadan bitirelim. Toplantıya başlamadan şunu da söylemek lazım böyle güzel tesisleri 40-50 Euro gibi fiyatlara satınca memnun oluyoruz ama Euro bana hiç güven vermiyor. Bir aşağı, bir yukarı… Başından bu yana dolara karşı yüzde 25-30 civarında değer yitirdi. Turizmimiz ve ihracatımız tam göbeğinden bağlı şu Euro’ya. Şimdi ne olacak?

Prof.İhsan Bey: Tesisler hakikaten çok güzel olmuş. Avrupa’daki yapısal reformların gecikmesi özellikle, sosyal güvenlik sisteminde gerekli iyileştirmelerin yapılamaması, Euro’yu sallıyor. Amerikan ekonomisinin son yıllardaki performansı da Euro’nun değer yitirmesinin arkasındaki önemli nedenlerden.

Hurşit Bey: Hocam, bence bunlardan çok daha önemlisi, Euro’nun bir dayısının, yani, arkasında kuvvetli bir devletin olmayışıdır. Euro’nun sorunları ekonomik değil siyasi kaynaklı olabilir!

Prof.İhsan Bey: Tam isabet, Hurşit Bey. “Merkez Bankacılığı bir bilimden çok bir sanattır! Sonuçlar sadece ekonomiye de dayanmaz!” diyor üstadlar. Paranın tek başına bir değeri yoktur. Paranın itibari değeri vardır. Yani, parayı basana olan güven nedeniyle para değerli ya da değersizdir. Avrupa’da hiç kimse Euro’nun sahipliğinin tek elde olmasını arzu etmiyor. Bu yüzden de Avrupa’da paranın sahibinin kim olduğu henüz belli değil.

Selahattin Bey: Şimdi de hızla geri gelmeye başladı. Bu rüzgarlardan hangisi Euro lehine döndü de değer kaybını geri kazanmaya başladı?

Prof.İhsan Bey: Enflasyonu benzer olan ülkelerde bu ülkelerin paralarının nisbi değerlerini faiz düzeyleri belirler. Faizi yükselme eğiliminde olan ülkenin para ve sermaye piyasalarındaki varlıklara olan talep, faizi yüksek olan ülkenin parasını değerlendirir.

Metin Bey: Avrupa’da iş yaptığımız insanlarla konuştuğumuzda yükselen bir güven ortamı hissediyoruz. Ekonomi toparlanıyor inancı yerleşik. Avrupa’nın reel büyümesi hızlanmakta, ihracatı artmakta ve işsizlik son 10 yılın en düşük değerinde bulunmakta. Ayrıca ABD de mutluluğun sonuna gelindiği beklentileri de dünyaya yayılmakta. ABD’de iç talep yavaşlama sinyalleri vermeye başlamış bulunuyor.

Prof.İhsan Bey: Böylece artık Euro’nun değer kaybetmesi gerekmiyor inancı yerleşmiş. Bu da para politikasında faiz yükselerek Euro’nun değerinin arttırılması gereğini gündeme getirdi. Bu nedenle yıl sonuna doğru Euro ile dolar arasındaki çapraz kurun bire bir eşiğini aşarak Euro lehine dönmesi beklenebilir.

Selahattin Bey: Evet, lafı yine uzattım, Metin Bey sizden başlayalım.

Metin Bey: Efendim, otomotiv ve beyaz eşyadaki canlanma devam ediyor. İşler çok iyi ama bu talep karşısında fiyatları bu seviyede tutmakta zorlanıyoruz. Fiyatlar her an yükselebilir. Emlak işlerimiz 1998 seviyelerini yakalayacak gibi gözüküyor. Perakendecilik işi herkesin kötü gidiyor.

Selahattin Bey: Perakende kesiminde niye böyle bir talep daralması var?

Metin Bey: Orta direk kesiminde alışverişten kaçış veya alışverişe gidememe gibi bir sorun hissediyoruz. Üstelik bu sorun, tasarrufları değerlendirme imkanının çok sınırlı olduğu bir dönemde ortaya çıkıyor. Yani ‘‘İnsanlar mal almayıp tasarruf yapıyor’’ da diyemeyiz.

Hurşit Bey: Geriye tek izah biçimi kalıyor.Bu insanların alışveriş yapacak gücü yok.!

Metin Bey: Efendim, dayanıksız tüketim malı talebindeki bu düşüş, dayanıklı mallara yönelişten kaynaklanıyor olabilir. Çünkü kredi imkanları çok arttı. İnsanlar fritözleri bile kredili satışlarla alıyorlar. Bu da günlük tüketim mallarına olan talebi düşürüyor.

Hurşit Bey: Geçen yıl deprem korkusu ve deprem bölgelerine yardım amacıyla büyük toplu alımlar yapıldı. Şimdi bu psikoloji aşıldığı için, insanlar artık evlerine deterjan, pirinç vs. stoku yapmıyor. Biliyorum, bizim ev, geneli temsil etmeyebilir ama durum aynen böyle.

Başkan Selahattin Bey: Mayıs ayı enflasyon rakkamları açıklandı. Görüldü ki; tüketici fiyatlarında yüzde 25’i, toptan eşya fiyatlarında yüzde 20’yi tutturmak giderek zorlaşıyor. “Sen haklı çıktın” demekten bıkmayacağız Hocam, ama memleket nereye gidiyor?

Prof.İhsan Bey: Yaz aylarında ‘‘eksi’’ enflasyon rakamları oluşması; böylece öngörülmüş bulunan hedeflere ulaşılması matematik olarak hala mümkün. Ama bunun böyle olacağına dair bir emare yok. Buna rağmen, 2000 yılı enflasyonunun, 1999’dan daha düşük olacağı kesin. Mesele, bu düşüşün sürdürülebilir olup olmamasıdır.

Hurşit Bey: Nasıl yani?

Prof.İhsan Bey: Normal enflasyon düşürme paketlerinin aksine ekonominin soğutulması değil, ısıtılması; milli gelirin düşmesi değil, artması öngörülmüştü. Yani talep, bir yıl öncesine göre artacaktı. Nitekim öyle oldu. Tek başına bu etki, fiyatların artmasına neden olur.

Metin Bey: Mayıs ayında devlet de, özel sektör de imalat sanayiinde geçen aya göre fiyatlarını daha fazla artırdılar. Çoğumuz devlette çalıştık, kamu sektörü, fiyatlarını uzun süre sabit tutarak yaşayamaz. Verimlilik artışına yönelik tedbirler almadan kamu sektörünün fiyatlarını tutmak KİT’lerin daha fazla zarar etmesine neden olur.

Prof.İhsan Bey: Bir yandan bütçe açıklarını tutmaya çalışırken, diğer yandan KİT’lerin zararlarını artırmak ise makro dengelere, dolayısıyla orta dönemde enflasyonun düşmesine de yardımcı olmayacaktır.

Cem: Tüketici fiyatlarındaki artış bu yıl ilk kez mayıs ayında toptan eşya fiyat artışlarından yüksek oldu, Hocam.

Prof.İhsan Bey: Ekonomideki canlanma devam ettiği sürece tüketici fiyatları toptan eşya fiyatlarından daha hızlı artacaktır. Tüketici fiyatlarındaki artış, toptan eşya fiyatlarını da yukarıya çekecektir..

Hurşit Bey: Hocam, ben sana net bir soru sorayım. Enflasyon ile büyüme arasında bir ilişki var mıdır, yok mudur?

Prof.İhsan Bey: Kısa cevap “yok”tur. Fakat, kısa dönemde, ekonomide canlanma olurken fiyat artışlarının olumsuz etkilenmemesi için enflasyonist bekleyişlerin kalıcı olarak kırılmış olması gerekmektedir. Türkiye’de enflasyon beklentilerinin kırıldığını savunmak çok zordur.

Güven Bey: Bireysel kredide büyük bir heyecan yaşamıştık. Mayıs, Haziran Nisan’a göre daha sakin geçti. Mevduat sigortasına tavan getirilmesinden beklediğimiz payı kapamadık. Ya 100 milyar tavan insanlara yetti. Ya da bazı bankaların geçmiş tarihli işlemler yaparak daha büyük meblağları garanti altına almaları bizim gibi sağlam imajlı bankalara akması beklenen mevduatı getirmedi. Yine de vadesiz mevduatta belirgin bir artış var. Enflasyonun düşmesiyle birlikte insanlar gecelik faiz paniğinden kurtuldular. Bu da olumlu bir gelişme.

Hurşit Bey: Bu kararın çoktan tersine çevrilmesi gerekirdi. Oldukça geç kalındığını düşünüyorum. Bence yanlış bir beklenti içindeymişsiniz. Yüksek bir tavan kondu, çünkü.

Güven Bey: 2001 yılında limit 50 milyar TL düzeyine inecek. 2002 yılında ise Avrupa Birliği normlarına uyumlu bir düzenleme yapılacak. Alınan bu kararla mevduat zaman içinde küçük bankalardan büyük bankalara ve özel bankalardan kamu bankalarına taşınacak. Ama zaten en sorunlu bankaların kamu bankaları olması ve bu bankaların mevduat faizlerini en yukarı iten bankalar olmaları belki bu karar ile biraz değişecek.

Hurşit Bey: Off-shorezedeleri kurtarmalarına ne diyorsunuz? Hoş sonra geri adım attılar ama, öyle veya böyle ödeyecekler.

Güven Bey: Tek kelimeyle, rezalet! Hükümet batık beş bankada off-shore hesaplar nedeni ile parası batan 4281 kişiye paralarının 20 milyara kadar olan kısmını ödemeye karar verdi. 20 milyarın üstünde hesabı olan 770 kişi ise yirmi milyarı kurtaracak, ama yirmi milyarın üstündeki miktarlarını kurtaramayacak. Bu genelde yüksek getiri kovalayıp üstelik vergi de kaçıran kimselere prim vermek anlamına geliyor.

Hurşit Bey: Vatandaşın bir kısmının konu hakkında bilinçsiz olması ve devletin kendisinin de uzun süre bu olguya göz yummuş olması nedeni ile suçlu olması paraları ödemek için bir mazeret olarak düşünülemez mi?

Güven Bey: Devlet, namusu ile hazine bonosu alanlara geriye dönük vergi koyarken dürüstçe yatırım yapmış olan tasarrufçuya ‘rantiyeye ceza verdik’ demişti, kaçakçıyı ödüllendiren bu ödeme o olgu ile ne kadar tutarlı bilmiyorum!

Başkan Selahattin Bey: Sistem sıhhate kavuştu mu, peki?

Prof.İhsan Bey: Bankacılık sisteminin sağlıklı çalışması yalnızca birkaç bankanın devlet eline geçmesiyle olmuyor. Birkaç banka değil, tüm bankalarımız kur, faiz ve vade riskleri almış durumdalar. Alınan bu riskler ‘‘normal’’ diye tanımlanabilecek seviyelerin çok üzerinde.

Güven Bey: Kur riski, bankaların döviz yükümlülüklerinin döviz varlıklarından daha büyük olmasıdır. Kurlar arttığında, yükümlülükler TL bazında varlıklardan daha hızlı artacağından, döviz borçlanıp TL’ye yatırım yapan bankalar zarar etmektedirler. Kur hareketlerinin hızlı olduğu zaman, alınan kur riski bankaların ciddi ölçülerde zarar etmelerine neden olabilmektedir.

Hurşit Bey: Bu söylediklerini ben bile anladım Güven Bey.

Güven Bey: Estağfurulah efendim, müsaadenizle devam edeyim. Geçen yılın ortalarından beri bankaların alabilecekleri azami kur riskinin özvarlıklarına oranı yüzde 50’den yüzde 20’ye kadar düşürüldü.

Selahattin Bey: Peki şimdi ne değişti?

Güven Bey: Haziran ayından sonra, Merkez Bankası kuralların üzerinde alınan kur riski için yüzde 100 karşılık zorunluluğu getirdi. Karlı olması olanağı kalmadı.

Cem: Bu durumda bankalar ne yapacak?

Prof.İhsan Bey: TL varlıklarından çıkıp döviz varlıkları biriktirmek zorunda kalacaklar. TL’ye olan ihtiyaç, faizleri artıracak. Dövize olan talep Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini azaltacak. Uygulamadan vazgeçilmez ya da uygulama yumuşatılmaz ise, bazı bankalar zor duruma da düşebilecekler. Bu şekilde, sağlamları daha iyi görebileceğiz.

Selahattin Bey: Bu operasyon, faizlerin düşük kalmasını arzuladığımız bir dönemde ‘‘bindiğimiz dalı kesmek’’ anlamına gelmezmi?

Güven Bey: Haklısınız ama bindiğiniz dal zaten çürümüş. Budamasak dal çürüdüğü için kopacak. Kısacası, korkunun ecele faydası yok.

Selahattin Bey: Bankalar Birliğinin başına Ziraat Bankası müdürünü seçeceğinizi hiç bahsetmemiştiniz bana. Ben de Ersin Bey’i gördüğümde doğal olarak “başkanlığı bırakmamasını” falan söylemiştim. Ertesi gün ters duruma düştüm.

Güven Bey: Efendim bu konu bizim kontrolümüzde değilki. Aday gösterme prosesi de yok. Genelde büyükler önceden kendi aralarında anlaşıyorlardı.

Prof. İhsan Bey: Peki bu sefer niye anlaşamadılar?

Hurşit Bey: Bence Osman Bey’İn ismi tartışmaya açılsaydı bilhassa özel bankalar aleyhinde lobi yaparlardı. Kendisi süper dürüst bir bürokrattır ama devleti temsil etmesi negatif olurdu. Ayrıca İş Bankası Ankara’dan İstanbul’a taşınınca biraz statü değiştirdi. Daha da önemlisi Ersin çok ön plana çıktı ya, bence birileri “frene basalım” dedi.

Prof. İhsan Bey: İş Bankası Genel Müdürü medyatik olduğu için eleştilebilir. Eleştirenler haklı da olabilir. “Büyük banka genel müdürleri her uzatılan mikrofona konuşmaz” diyenler çıkabilir. Benim esas İş Bankasının yeni vizyonuna itirazım var.

Selahattin Bey: “İş Bankası Holdingleşiyor” diye mi kızıyorsun Hoca?

Prof. İhsan Bey: Elbette! Bankalar, küçük tasarrufları bir araya getirerek aynen barajda toplanan suyun, çok elektrik üretmesi gibi. ‘‘sinerji’’ yaratır. Bankaların bir numaralı görevleri, tasarruf sahiplerinin hak ve çıkarlarını korumaktır. Bankaların, girişimcilere veya kamuya kredi vermesinin amacı da tasarruf sahiplerine, enflasyonun üstünde tatminkar bir getiri sağlamaktır.

Cem: Peki Hocam, bankalar, topladıkları paraları, İş Bankası gibi bir girişimci olarak kendileri yatırıma yöneltse aynı fayda doğmaz mı?

Prof. İhsan Bey: Cevabım, kesinlikle hayır. Her sistem, farklı işlevleri ve özellikleri olan parçalardan oluşur. Parçaların arasında, iş bölümü vardır. İş bölümü, uzmanlaşmayı getirir. Bu da hem parçaların hem de sistemin verimini artırır. Doğru tasarlanmış bir sistemde parçalar, birbirlerini karşılıklı olarak ‘‘denetler ve dengeler’’. Böylece sistem verimli çalışır ve raydan çıkıp devrilmez. Eğer banka topladığı paraları, kendisi yatırıma dönüştürürse, bu olmaz. Hem faizler yüksek olur, hem de riskli yatırımlara kaynak tahsis edilir. Üstelik, mevduata devlet güvencesi verilen Türkiye’de “batırma” ihtimali yüksektir. Riskin devlet tarafından üstlenildiği ortamlarda ‘‘bankalar’’ ve ‘‘şirketler’’ çok kolay baştan çıkmaktadır. “İş Bankası kendi topladığı mevduata güvenmeyip piyasaya çıksa ona bu parayı kim verir?” diye sormak lazım. Ya da şu soruyu soralım. Bizim holding GSM ihalesini 2.5 milyar dolara alsaydı, İş Bankası bunun parasını bize verirmiydi? Verirse, kaçtan verirdi ve ne teminat isterdi?

Selahattin Bey: Ersin Bey’i eleştirmek için henüz erken diyorum. Böyle görevlere bu yaşta insanların gelmesine çok seviniyorum. Mesela, TV’de Esad’ın oğlunu gördüm, Suriye için umutlandım. Suriye ile yeni bir başlangıç yapma imkanı doğduğunu hissediyorum. Bilhassa ticaret ile başlayacak bir rüzgar esebilir. Ne dersiniz?

Prof.İhsan Bey: Çok haklısınız. Hafız Esad’ın ölümüyle birlikte, hem Suriye hem Ortadoğu’daki barış süreci, hem de Türkiye ile ilişkilerde yeni bir dönem başladı. Uzun yıllar gerilim içinde yaşandı. Ardından Kürt sorunu patladı. Önce İran – Irak Savaşı, ardından Körfez Krizi, Kürt sorununu yaygınlaştırdı. Hafız Esad, PKK kartını cebine koydu.

Hurşit Bey: Bence, Türkiye ile su sorununu da Hoca’nın bu bahsettiği kartla çözebileceğini hesaplamıştı.

Cem: Neyse şimdi bu sağırlar diyaloğu Türkiye’nin bastırması ve Apo’nun Suriye’den ayrılmasıyla noktalandı. Bundan sonra çok şey değişebilir. Zaten Esad’ın ölümünden önce Suriye’de tutum değişikliği görülmüştü.

Prof.İhsan Bey: Şimdi yepyeni bir durumla karşı karşıyayız..Bir süre hiç bir gelişme görülmeyebilir Şam’da yeni yönetim yerine oturana ve yeni dengeler oluşana kadar geçecek bir bekleme dönemine gireceğiz, Cemciğim. İşte bu geçiş dönemi, son derece önemli ve tehlikeli. Türkiye ile Suriye’nin yakınlaşmasını istemeyen “mihraklar” kışkırtmaya girebilirler. Hele Şam’da bir iktidar mücadelesi başlarsa, bu durum ikili ilişkilere de yansır.

Cem: Peki ne yapmalı?

Prof.İhsan Bey: Bu aşamada Ankara’ya ve işadamlarına önemli sorumluluk düşüyor. İki taraftan da kaynaklanabilecek kışkırtma veya yanlış anlamaları, en kolaylıkla Türkiye kontrol edebilir. Onları rahatlatabileceği gibi, soğukkanlı yaklaşımı ile gereksiz krizleri de önleyebiliriz. Suriye’nin istikrara kavuşması Türkiye’nin de çıkarınadır. Bundan dolayı, anlayışlı davranmak, dikkatli olmak ve yardımcı bir tutum almak gerekiyor. İşadamlarının ve bilhassa senin akranlarının bu aşamada duyarlı bir yaklaşım sergilemesi gerekir.

Selahattin Bey: Ben eski ticaret yollarına gidelim dedikçe çocuklar öte yana çekiyor. E-ticaret grubu oluşturulması yönünde bir karar alınmasını istemişsiniz Aslı Hanım. E-Ticaret grubumuz ne iş yapacak şimdi?

Aslı: Teşekkür ederim beybaba. Yapacağımız işlerin ilki, diğer şirketlerle bitmiş ürünün ortaya çıkarılması için yapılan alım-satım işleri. Örneğin, içecek şirketimizin şeker, şişe, kutu gibi bitmiş ürün olan meyva suyunun yapımında kullanılan ham veya yarı işlenmiş maddeleri satın alması. Bir başka açıdan olaya bakarsak, bu maddeleri imal edenlerin, ürünlerini meyvasuyu fabrikasına satmaları. İkincisi, firmaların son tüketicisi oldukları malların alım-satımı. Örneğin, bilgisayar veya işçi elbisesi gibi malların, internet ortamında alınıp satılması. Üçüncüsü ise kişilerin, yani tüketicilerin ihtiyaç duydukları her tür dayanıklı veya dayanıksız malı veya hizmeti internet ortamında satın alması. İş açısından bakarsak, kişilere bu mal ve hizmetleri satacak sanal mağazaların açılıp, çalıştırılması.

Hurşit Bey: Peki bu iş yeni mağaza açmaktan daha mı karlı olacak?

Aslı: E-ticaretin ekonomisi, alışverişi doğuran diğer bütün şartları sabit kabul edersek, perakende satış yapılan mekanların kira, aydınlatma, ısıtma, soğutma, dekorasyon vb. giderleriyle taşıma sürecinin maliyetinden sağlanacak tasarruftan doğacaktır.

Prof. İhsan Bey: Taşımayı nasıl yapmayı düşünüyorsunuz?

Aslı: Hocam, zaman içinde kendi lojistik şirketimizi kuracağız ancak şu aşamada “0utsource” edeceğiz.

Hurşit Bey: Aman kızım dedeniz işe hamallıkla başladı diye sonunda hamallığa mı döneceğiz?

Prof. İhsan Bey: Korkmayın Hurşit Beyciğim. Dedeniz Hilmi efendi hamallıkla başlamış ama onun tohumlarını attığı holdinginiz bakın nerelere geldi. Benim burada dikkat çekmek istediğim nokta şudur. Müşteri, alacağı malların fiyat karşılaştırmasını yaparken kendisinin sarf ettiği yol parası ve zamanı genellikle hesaba katmaz. Halbuki, sanal bir mağazadan alım yaparsa, nakliye bedelini fiyata ekler. Bu husus, e-ticaretin aleyhinedir. E-ticarette taşıma işinin, klasik ticaretten daha düşük maliyetli olması sağlanamazsa, e-ticaretin başarı şansı bir hayli kısıtlanmış olacaktır.

Selahattin Bey: İhsan Hoca doğru söylüyor. Lojistik şirketini kurmanız size yük getirecekse yapmayın çünkü müşteri sizin masraflarınız ödemeye hiç de meraklı değildir.

Hurşit Bey: Yanlış anlamayın bu iş çok gelişecek, ben de inanıyorum. Baksanıza futbolcular antrenörleriyle internet aracılığı ile haberleşiyorlar. Ha bu arada, Fatih Terim’in İtalya’ya gitmesine Fenerbahçeliler olarak biz çok sevindik Hocam. Bir Akdeniz ülkesi olması dolayısıyla İtalyanlar bize çok benzerler. Senin Fatih Hoca rahat eder.

Prof. İhsan Bey: Haklısınız. Ben de bu vesile ile yıllardan sonra Floransa’yı bir daha görürüm diye ümitleniyorum.

Selahattin Bey: Hocam çocuklar şakayla karışık soruyorlardı, “istermisiniz İhsan Hoca da Fatih Hoca’dan cesaret alıp bir İtalyan şirketinin yönetim kuruluna danışman olsun!” diye.

Prof. İhsan Bey: Boşuna ümitlenmesinler. Ben hiç bir yere gitmiyorum. Okuduklarıma göre zaten AT, İtalya’yı da değiştirmiş. Aynı değişiklikleri İspanya’da ve Yunanistan da görmüştük. Avrupa Topluluğu üyelerini bir kalıba sokmayı başarmış. Darısı bizim başımıza.

Selahattin Bey: Bu konuyu da çektin, gündeme bağladın ya Hocam, senden korkulur. Ben en iyisi toplantıyı burada kapatayım. Ağustos ayında çoğu şirketimiz tatil yaptığı için biz de toplantı yapmayabiliriz. Pertev Bey koordine eder. Sizlere haber verir. Yaparsak da Antalya’daki tesislerde yaparız zaten. Böyle iyi oluyor. Hem biz personeli görüyoruz, hemde olar bizi gördükleri için memnun oluyorlar. Şimdi doğru denize. İyi eğlenceler

Globus’un 2000 Temmuz sayısında Nihat Baran ismi ile yayınlanmıştır. Kırmızı işaretli bölümler baskıda çıkarılmıştır.

Eylül 2000

Selahattin Bey: Hoşgeldiniz. İkibin yılının dokuzuncu toplantısını açıyorum. Tekrar tam kadro biraradayız. Herkesin eminim ki tatille ilgili paylaşacağı pek çok konu vardır. Onu toplantı sonrası yemeğe bırakalım ve gündemimize geçelim Pertev Bey.

Prof.İhsan Bey: Selahattin Beyciğim, bir ay tatil yaptık, iki ay yüzünüzü görmedik, neler yaptığınızı başkalarından duyuyorum, alınıyorum vallahi. Şirketlerin neredeyse yarısını satıyormuşsunuz diye yabancı basında okudum. Şimdiye kadar dev bir holding yanlısı idiniz, ne oldu da fikriniz değişti?

Selahattin Bey: Hocam, Cem’in senin vasıtanla staj yaptığı bir danışmanlık şirketi vardı ya!

Prof.İhsan Bey: Evet, McKinsey.

Selahattin Bey: İşte onlar herkesin strateji danışmanı olmuşlar şimdi. Cem getirdi tanıştırdı. O burun kıvırdığımız Ceylan’lar bile 2 sene önce bu işleri bitirip, uygulamaya geçmişler bile. Keza Kamuran, Selçuk Beyler filan.

Prof.İhsan Bey: Peki burada ne yapacak McKinsey?

Selahattin Bey: McKinsey bize neyi almamız ve neyi satmamız gerektiği konusunda fikir verecek. “21. yüzyıla hazırlanmayı hedefleyen yeniden yapılanma planı” diye bir rapor hazırlayacaklar.

Cem: İhsan Hoca, biliyorsunuz ben ABD’den döndüğümden beri beybabama söylüyorum. Yeni alanlara girmek zorundayız. Bunun için de gerekirse satacağız, kapatacağız ya da birleştireceğiz. Dünya çapında bir şirket olmak istiyorsak, yurtdışında daha fazla yatırım yapmak zorundayız.

Aslı: Bugünün dünyasında dev bir holding şeklinde kalamayız. Bir çekirdek konumuz olmalı ve nereye gittiğimizi bilmeliyiz. Portföyümüzde değişiklik yapmamız şart!

Prof.İhsan Bey: Cem’I ve Aslı’yı hiç bu kadar heyecanlı görmemiştim. Haydi hayırlısı. Merakıma mucip oldu, Karamehmet’in “Türkiye’nin en zengin adamı” ilan edilmesinin de rolü var mı, bu ani hareketlenmenizde?

Hurşit Bey: Mehmet Emin’in parasını dert etmek bize düşmez Hocam. Olsa olsa Sakıp Ağa’yı düşünmeye sevketmiş olabilir.

Metin Bey: Holding’imizin bu küçülme planını yabancı yatırımları çekmek ve küresel ekonomi alanında rekabet etmek isteyen herkesin uygulaması gerekir.

Selahattin Bey: McKinsey çalışmasına yeni başladı ama bir şeyi baştan söylediler. O da “uluslararası alanda rekabet şansı olmayan sanayileri tasfiye edin ve büyük gelişme imkanı olan alanlara yönelin” oldu.

Hurşit Bey: Baksana Sakıp Ağa büyük olasılıkla tekstil, plastik ve hammadde alanındaki yatırımlarını önümüzdeki 2 yıl içinde elden çıkartacakmış. Ondan sonra da öncelikle el atacağı sektörlerden birinin enerji olduğunu biliyoruz.Türk Telekom’u da almak istiyor.

Selahattin Bey: Metin Bey, ihale ne zaman?

Metin Bey: İhalenin teklif mektupları Özelleştirme Başkanlığı’na 15 Eylül 2000 tarihine kadar kapalı zarf içinde verilecek. İhale Komisyonu en yüksek fiyat veren firma ile ikinci yüksek fiyatı veren firmayı açık arttırmaya davet edecek. Komisyon nihai kararı, önce Rekabet Kurumu’nun görüşüne ve daha sonra da Bakanlar Kurulu’nun onayına sunacak.

Hurşit Bey: Ağabey biz yine Kudret Bey’lerle girmek zorunda mıyız? Sadece yabancı ortağımız yetmez mi?

Cem: Yabancı ortağa fazla güvenmeyelim amcacığım. Yabancı yatırımcılar, diğer ülkelerdeki deneyimlerinden hareketle, teknolojik yatırımlar için gerekli kararları hızlı bir şekilde alabilmek açısından Genel Müdürün kendilerinden olmasını talep ediyor. Bu arada, yine yabancı yatırımcıların önerileri üzerine, Bakanlar Kurulu kararı gerektiren, yüzde 20’nin üstündeki hissenin blok olarak satılması konusunu görüşmek üzere ilgili Bakanların önümüzdeki günlerde biraraya gelmesi bekleniyor.

Hurşit Bey: O niye?

Metin Bey: Türk Telekom’un hisselerinin blok satışında, yüzde 34’üne kadar Bakanlar Kurulu kararı, yüzde 34’ün üstü için ise kanuni değişiklik gerekiyor. Yabancı yatırımcılar, istekleri doğrultusunda değişikliklerini yapılmasının ardından Türk Telekom ile doğrudan ilgilenmeye başlayacaklar.

Selahattin Bey: Yabancılar hep bir şeyler istiyorlar da, pek bir bereketlerini görmüyoruz. Yılsonu enflasyon ve cari işlemler açığı hedeflerinin revize edilmesini isteyenler arasına yabancılar da katıldı, Hocam. Senin sene başında verdiğin rakkamlar tutarsa, ki gidişat o yönde, seneye yüzünü göremeyiz vallahi!

Prof.İhsan Bey: Programa göre, hükümetin yılsonu enflasyon hedefleri toptan ve tüketici enflasyonu için sırasıyla yüzde 20 ve yüzde 25 düzeyinde bulunurken, TEFE Temmuz ayı sonuna kadar 19.8, tüketici enflasyonu ise yüzde 20.5 oldu. Yılsonuna kadar aylık olarak enflasyonun yüzde 0.5’in altında artmasını beklemek gerçekçi olmadığı için, şimdi herkes hedeflerde bir revizyona gidilmesini ister oldu. Öte yandan, hükümetin yılbaşında öngördüğü cari açık Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın yüzde 1.8’i düzeyindeyden, ilk beş ayda cari işlemler açığı 4.45 milyar dolar olarak gerçekleşti. Yabancılar şimdi bana soruyorlar, “IMF ile görüşmelerin ana konusunu 2001 yılı bütçesinin oluşturacağı öngörüldüğüne göre, bu yıl bir defaya mahsus olmak üzere uygulanan deprem vergileri önümüzdeki yıl da devam edip etmeyecek mi” diye?

Hurşit Bey: Ben revizyonu telaffuz edeceklerini sanmıyorum. Onu da Cottarelli’ye yaptırırlar, tahminimce. Sizce kaç olur? Bizansı hangi oranlar tatmin eder?

Metin Bey: Konuştuğumuz banka ve aracı kurumlarına göre, 2000 yılı toptan eşya enflasyonu ortalama yüzde 31.4 olarak bekleniyor. Bu rakam hükümet hedefinin 11.4 puan üzerinde bulunuyor. TEFE tahminleri ise, oldukça geniş bir banta yayılıyor ve yüzde 29 ile 38 arasında değişiyor. Tüketici fiyatları enflasyonu ise yüzde 32-42 arasında tahmin edilirken, ortalama rakam ise hükümet hedefinin 9. 5 puan üzerinde yüzde 34.5 olarak hesaplanıyor. Çekirdek enflasyon olarak tanımlanan özel imalat sanayi fiyatlarında ise, tahmin aralığı daralıyor ve yüzde 28.5-32 aralığında gerçekleşiyor. Bu rakam için ortalama beklenti ise yüzde 30.2.

Prof.İhsan: Tüccar ekonomistlerin bir kısmı yıl başındaki tahminlerini yükseltirken, bir kısmı da rakamları aşağıya çekmiş bulunuyor. Kısacası yılbaşında yüzde 20-40 arasında değişen tahmin aralığı giderek daralıyor ve hükümet hedeflerinin 10 puan üzerinde yoğunlaşıyor. Maksimumda duyduğum TEFE,%38.0 TÜFE %42.0 .

Selahattin Bey: Cari işlemler açığındaki yükseliş duracak mı? İthalat hızlı şekilde artışını devam ettiriyor.

Prof.İhsan: Cari işlemler açığında geçen aylara göre ciddi bir artış yok. İhracatın biraz geri gelmesi biraz ilginç ancak ithalattan yana düzelme gözlenmedi. Ertelenmiş tüketim talebi bir şekilde frenlenecek. Önemli olan ihracatın hızını arttırarak devam etmesi. Yaz aylarında cari işlemler açığında hızlı bir düzelme gözlenecektir.. Yılsonu itibariyle cari işlemler açığının 8 milyar dolar düzeyinde gerçekleşeceğini öngörüyorum. Bu açığın finansmanından yana sorun yaşanmayacağını da düşünüyorum. Turizm gelirlerinin artış göstermesi son derece olumlu. Ayrıca işçi dövizlerinin girişi ve Rusya ekonomisindeki düzelmeyle birlikte bu ülkeyle yapılan bavul ticaretindeki büyüme rakamlara olumlu şekilde yansıyacaktır.

Hurşit Bey: İthalata önlem falan diye saçmaladılar sonuçta yine ithal otoculara yaradı. Millet hemen kuyruk geleneğini hatırladı.

Metin Bey: İstedikleri şekilde olmasa da bir şekilde ithalatı frenleyecekler. En kolayı KKDF ile oynamak gibi gözüküyor. Ancak tüm bu önlemler mütekabiliyet açısından son derece riskli ve bugünün meselesini çözmez. İthalat için alınacak önlemlerin etkisi daha sonraki aylarda gözlenir. İthalatı sınırlamaya yönelik olarak alınacak önlemler özellikle yabancı yatırımcılar açısından önemli!

Prof. İhsan:Türkiye’nin Temmuz ayı başında IMF’ye verdiği ek niyet mektubunda cari işlemler açığının sürdürülebilir seviyede tutulacağı belirtilirken, uluslararası petrol fiyatlarındaki artışı ve hammadde ile yarı mamul ürünlerin yeniden stoklanmasında gözlenen hızlanmanın 2000 yılı başlarında ithalatın hızlanmasına neden olduğu ifade edilmişti. Alınan önlemlerle orta vadede bir sonuç alınmadığının gözlenmesi daha sert tedbirlere neden olabilir. O noktada ise büyüme hızından feragat edilmesi sözkonusu olabilir.

Cem: Hocam yazın not artışı bekliyordunuz.

Prof.İhsan: Bence olacaktı da. Ancak önce Kıbrıs krizi sonra devlet krizi adamlara geri adım attırdı. Ekonomik programla hiç ilgisi olmayan sorunlardan ötürü koalisyon zarar görebilir, bunu anladılar.

Güven Bey: Not arttırımı tahvil piyasasının ülkeye bakışına olumlu yansıyacak. Türkiye bu yıl için hedeflediği 6 milyar dolarlık dış borçlanma hedefine şimdiden ulaştı. Bu rakam 14 milyar dolara kadar ulaşabilir. Ülke notunun yükselmesiyle, yüksek faiz yükü taşıyan iç borcun düşük faizli dış borca çevrilmesi de hızlanır.

Selahattin Bey: Güven Beyciğim, hazır söz sana gelmişken, bankacılık sektöründe neler oluyor, bir kaç cümleyle anlatıver. Fazla teknik olmasın gözünü seveyim.

Güven Bey: Emredersiniz. Merkez Bankası, sektör kredileri raporu açıklandı. Son aylarda firmalara kullandırılan nakit kredi miktarı çok az, artmış. Kullandırılan kredilerin yanı sıra batık krediler de artmaya devam etmiş. Ekonomideki canlanmaya rağmen, sene sonunda yüzde 9.5 olan, batık durumdaki firma kredilerinin toplam nakit kredilere oranı yüzde 9.7’ye çıktı. Üretimde, iç talepte ve az da olsa ihracatta yaşanan canlanmanın, firmaların kredi geri dönüşlerini zamanında yerine getirmelerine yetmediğini ortaya koyuyor.

Prof. İhsan: Bence reel bir artış değildir bu. Bankalar zaten bildikleri batakları yavaş yavaş ifşa etmeye başlarlar. Onun kusmasıdır. Bir de batan bankalardaki hesaplar daha yeni çıkartıldı.

Güven Bey: Firmalara kullandırılan nakit kredilerin en büyük bölümünü kullanan tekstil sektörü, batık kredi sorununda da başı çekiyor. Sektördeki firmalara kullandırılanı nakit kredilerin yüzde 21’i batık durumda bulunuyor. İnşaat sektörü de yüzde 10.2’lik batık kredi oranıyla, sorunlu sektörler içerisinde yer alıyor. Gıda meşrubat ve tütün sanayiinin batık kredi oranı ise yüzde 8.1. Ticaret sektörünün batık kredilerinin kullandıkları nakit kredilere oranı ise yüzde 6.8.

Hurşit Bey: Tüketici kredilerindeki hızlı artış sürüyor mu?

Güven Bey: Elbette, faizlerdeki gerileme, tüketici kredilerine yönelimi arttırıyor. Bankaların verdiği kredi toplamı 3.5 katrilyon’u geçti. Geçen sene 500 nilyar’ın biraz üstündeydi. Hepsi türk lirası. Bu çok önemli. Geçmişte bilhassa oto kredilerinde ağırlık dövizde olurdu. %20 ev %80 oto gibi bir dağılım görüyoruz. %25’ini develt bankaları kullandırmış, %75’ini özel bankalar.

Cem: Bu arada, kredi kartlarının faizleri fazla düşmedi. Kullanımı ne alemde?

Güven Bey: Orada da artış var. 1.5 katrilyon’u geçtik.

Prof.İhsan:. Toplam 5 katrilyon diyebiliriz. Batak ne kadar?

Güven Bey: Tasfiye olunacak tüketici kredileri ve kredi kartlarının tutarı 150 trilyon liraya çıktı.

Aslı: Kabaca %3 diyebiliriz, herhalde. Bu da bizim hesaplarımızda öngördüğümüzün neredeyse 2 katı.

Selahattin Bey: Ne hesabı güzel kızım?

Aslı: Beybabacığım bizim Internet’ten satış sadece kredi kartı ile olduğu için bizim için çok önemli. Bugüne kadar fazla bir batağımız yok allaha şükür ama bu rakkamları bilmemizde fayda var.

Selahattin Bey: Aklıma gelmişken sorayım ABD başkanlık seçimlerini senin Internetçi Gore’mu kazanacak yoksa Prezidan Bush’un mahdumu mu?

Prof.İhsan: Selahattin Bey’ciğim, çok garip ama ABD başkanlık seçimi de şu an Türkiye’de konuştuğumuz cari açık ve ithalat kısıtlamaları üzerine dönüyor. Bu yarışta da maalesef petrolcünün parası Internetçinin parasını yenecek gibi gözüküyor.

Hurşit Bey: Başkan adaylarının ekonomi planını bilirsin sen Hocam, bizi nasıl etkiler.

Prof.İhsan: Biz ekonomik olarak çok uzağız ama siyaseten daha yakınız. Tabii en önemli etkisi Bakü-Ceyhan üzerinde olabilir.

Cem: Bakü-Ceyhan ihalesi umuduyla inşaat-taahhüt grubumuzu 2 yıldır tasfiye etmiyoruz. Olmama ihtimali varsa önceden bilmemiz faydalı olur, Hocam.

Prof.İhsan: Kesin yargılar için henüz erken ama Bush gelirse Bakü-Ceyhan zorlanır. Cumhuriyetçi kanadın Texas’daki petrol şirketleriyle olan bağlantıları ve ilişkileri, projeye finansman bulmayı zorlaştırabilir.

Metin Bey: Halbuki Körfez Savaşı sırasında Savunma Bakanlığı yapan Cheney’in başkan yardımcısı adayı olması hepimizi umutlandırmıştı.

Prof.İhsan: Öyle de, madalyonun diğer yüzü ve Türkiye’yi somut olarak ilgilendiren yanı ise Cheney’in bağlantıları. Başkan Yardımcısı adayı Cheney’in Halliburton ismindeki petrol sektörüne hizmet veren bir dev firmayı bir dönem yönetmiş olması ve daha önce İran’a uygulanan ambargonun yanlışlığı yönündeki açıklamaları Bakü-Ceyhan projesi konusunda şüphe uyandırıyor. Zaten Clinton yönetimi de Bakü-Ceyhan konusunda ciddi bir icraat yapmadı.

Cem: Anlaşılıyor ki, Cumhuriyetçi yönetimin bölgeye bakışında önemli değişiklikler olacak. İnşallah Türkiye’nin lehine gelişir. Çünkü beklenenin aksine Bush, Bakü-Ceyhan projesine ciddi şekilde angaje olursa sonuç almak eskisine göre daha kolay olur.

Prof. İhsan: Cumhuriyetçiler’den önemli adımlar beklemek fazla akılcı olmaz. Onlar Clinton yönetimi gibi ‘her yere barış getirelim’ çabası içinde olmayacaklar. Daha rasyonel ve pragmatik bakıyorlar. Mesela Cumhuriyetçiler İran ve Irak’a uygulanan “çifte-kilit” politikasının sonuç vermediği görüşünde. Cheney’in, İran petrolünün takas metoduyla dünya piyasalarına çıkmasına karşı olmadığı biliniyor. İran politikası konusunda ılımlı çizgide bir politika izlemesi sürpriz olmaz.

Hurşit Bey: Ben sorumun cevabını alamadım. İhracatımız artar mı azalır mı?

Prof. İhsan: Gore, sert dış ticaret politikası hedeflerken; Bush, serbestlik vaadediyor. Gore, sendikalara söz verdi, iktidara geldiği takdirde, Japonya ve diğer dış ticaret ortaklarına karşı daha sert dış ticaret politikası izleyeceğine dair. İthal mallarla rekabette zorlanan Amerikan çelik sanayii, Japonya ve diğer ülkelerden çelik ürünleri ithalatı artışına karşı korunacak. ABD’nin ticaret açığını genel olarak daha çok daraltmaya yoğunlaşıp, ABD’de ücretleri tatminkar olan imalat sanayiinde istihdamın korunmasını sağlayacak. ABD’nin otomotiv ürünleri ticaretindeki süregelen dengesizliğin giderilmesini sağlayıcı anlaşmalar yapılacak. Rekor miktarlara varan ticaret açıklarının daraltılması için ithalat kısıtlamaları dahi öngörüyor. ABD’de çalışanlar ve toplulukların geçimini ve hayatta kalmalarını tehdit eden ithalat artışlarını çabuk ve etkin durdurmak için Dünya Ticaret Örgütü’nün spesifik ürün standartları, güvenlik ve diğer kuralları dahil, her türlü mevzuat imkanlarından sonuna kadar yararlanılacak.

Selahattin Bey: Bush serbestlikten yana demiştin.

Prof. İhsan: Bush, Japonya ile ilişkilerde yeni bir ekonomik ve ticaret danışma çerçevesi önerecek. ABD’nin Japonya ile ticaret politikasında yaklaşık değişimi gerektiği düşünülüyor. Cumhuriyetçi Parti, her iki ülkedeki tüketicilerin, istedikleri yerden ürün almalarının sağlanmasını istiyor. Cumhuriyetçi Parti, ayrıca, Clinton’ın Japonya ile ticaret politikasında, Demokrat Parti’ye yüklü bağışlar yapan büyük ölçekli sanayilerin kollandığından ve bunun, serbest ticareti kurban ettiğinden yakınıyor. İktidara geldiğinde gerçek serbest ticareti görmek isteyen Cumhuriyetçi Parti, mevcut yönetimin, iç ekonomik genişlemeyi sürdürmek için dışardan yüklü miktarda borçlanma politikasını da eleştiriyor. “Ekonomik genişlemeyi, büyümeyi Amerika finanse etmiyor, bunu sürdürmek için Japonya ve Avrupa’dan borçlanıyoruz, ABD her ay dışardan 35 milyar dolar borçlanıyor” diye kızıyorlar. Bu durumda, Amerikan ekonomisindeki genişleme, büyüme, sürdürülemeyecek, zaten, bu da, ticaret açıklarının rekor kırmasından anlaşılıyor. Bush’un iktidara gelmesi halinde, Dünya Ticaret Örgütü çerçevesinde erken bir tarihte yeni ticaret müzakereleri düzenlenmesi desteklenip, Avrupa başta olmak üzere, diğer ülkelerden bazı tavizler istenecek. ABD, WTO kararları ve kurallarının uygulanmasına çalışacak. Cumhuriyetçi Parti, ayrıca, Japonya’nın ekonomik bakımdan sağlıklı olması ve bu ülkeyle güvenlik ittifakının güçlendirilmesine gayret edecek.

Hurşit Bey: Bunların Japonlarla derdi bitmeyecek. 20 yıl önce de Reagan Japonlarla uğraşırdı. Şimdi Reagan’ın muavinin oğlu hala Japon ilişkileri ile seçim kazanmaya çalışyor.

Selahattin Bey: Japonların durumu hala kötü herhalde. Tatilde pek Japon turist göremedim.

Hurşit Bey: Sizin tatil yaptığınız yerlerde göremezsiniz .Ağabey. Bense tam tersine bu tailde bir sürü Japon’la arkadaşlık kurma fırsatı buldum.

Cem: Amcamlar “alternatif” tatil yapmışlar beybaba.

Aslı: Nerelere gittiniz amcacığım.

Hurşit Bey: Dalga geçmezseniz anlatayım. Ağustos’un ortasında Kaçkar Dağları’na 1 haftalık yürüyüşe gittik. Vadiler, doruklar, yaylalar ve dağ çiçekleri arasından geçilirken, yüklerimizi katırlar taşıdı. Benim oğlanlar japon gibi fotoğraf çektiler. Ben bol bol temiz hava aldım. Katılan japonlarla bol bol muhabbet ettik. Tabii oğlanların yardımıyla. Herşey dahil komik bir fiyata mal oldu. Tavsiye ederim. Bilhassa manzara fotoğrafı çekmekten hoşlananlar için ideal.

Selahattin Bey: Bir daha sefere haberimiz olsun. Biz de gelelim.

Hurşit Bey: O zaman hemen bir Güneydoğu gezisi var. Aynı ekip düzenliyor. Okullar açılmadan geri döneceğiz. Önce Fırat Vadisi’nde baraj suları altında kalacak Halfeti’ye son bir defa bakacağız. Sonra Birecik’te kelaynakları görüp, Urfa’da eski sokaklara dalacağız. Harran evlerinde günbatımı manzarasıyla devam edecek. Mardin’deki Süryani Manastırını, Midyat ve Cendere Köprüsü’nü de görüp Hasankeyf’e son bir selam verdikten sonra ver elini Nemrut.

Selahattin Bey: Sen önümüzdeki toplantıya dönemeyebilirsin bence.

Hurşit Bey: Yok. Mutlaka döneceğim. Cümbüşü kaçırmam. Cumbaba, herkes Ekim başında buralarda olsun dedi. Siz Ekim sonrasında görün gümbürtüyü. Baba’nın dönüşü de gidişi gibi muhteşem alacak.

Prof.İhsan: Allah iyilik versin, dağlarda çiçek böcek peşimde koşarken belki yüksek oksijen yardımıyla kurtulursunuz bu amansız “baba” hastalığından.

Selahattin Bey: Bence de adamcağızı rahat bırakın biraz Hurşit. Sizler de gaza getiriyorsunuz gibi geliyor. Neyse, laf çok uzadı. Yemekte devam edelim. Pertev Bey’in gündemine başlamadık bile.

Globus’un 2000 Eylül sayısında Nihat Baran ismi ile yayınlanmıştır.

Ekim 2000

Selahattin Bey: İdare Meclisi toplantımızı hususi gündemle açıyorum. Bu toplantımız da hususi bir misafirimiz de var. Digger’ı çoğunuz tanırsınız. Eski dostumuzdur. Kendisine hepinizin adına hoşgeldin demek istiyorum. Petrol acil ve en önemli konumuz olduğu için “telefonda olmaz, atla gel” dedim. O da beni kırmadı ve bugün aramızda. Digger’la petrol boru hatları için kimyasal akışkan ithal ettiğimiz yıllarda Galveston’da tanışmıştık. Houston’da uçaktan inip, o sevimsiz otobanda yol gittikten sonra Galveston’a vardığımızda içimize kasvet basmıştı. Her taraf petrol terminali, tank çiftliği ne ararsan. Deniz bir garip, çamur gibi. Ama Digger ve o zaman işin başındaki amcası Chuck bize o kadar samimi davranmışlardı ki, kaldığımız bir haftanın sonunda neredeyse alışacaktık. O gün bugün de dostuz. Nafta santralini yaparken geldi burada 2 yıl kaldı. Bizim çocuklar, yeğenler üniversiteye hep onun yanında, Texas’da başlarlar. Amerika’ya alıştıktan sonra da çil yavrusu gibi oraya, buraya dağılırlar.

Digger: Aranızda bulunmaktan çok mutluyum. 3 senedir gelmiyordum. İstanbul havaalanını görünce dudağım uçukladı. Alışkanlık Atina üzerinden geldim. Sizinkinin yanında Atina havaalanı kümes gibi kalır. Herhalde siz de gurur duyuyorsunuzdur?

Hurşit Bey: Yok canım! İhalesi 5 kere iptal edildiği gibi hala “niye o iş o müteahhide verildi” diye tartışıyoruz. Sen bizi tanımaz mısın Digger! Sen söyle şimdi, gerçekten petrol sıkıntısı var mı yoksa OPEC intikam mı alıyor?

Cem: İkinci petrol krizi diyebilir miyiz? Son 20 ayda, ham petrol fiyatları, üç misline çıktı. Aynı devre içinde dolar da Avrupa paralarına karşı yüzde 30 değer kazandı. Petrol fiyatlarının bu kadar kısa sürede bu kadar yükselmesi, acaba 1970’lerde olduğu gibi, dünya ekonomisinde bir ‘‘durgunluk içinde enflasyon’’ sürecinin başlamasına sebep olacak mı?

Digger: Hatırlarmısınız, 70’li yıllarda Roma Kulübü diye bilinen bir kurum vardı. Yayınladıkları petrol raporu hala kütüphanemde durur. Dünyada sadece 550 milyar varil petrol kaldığını ve 1990 yılında petrol kaynaklarının tükeneceğini ve fiyatın 100 dolara bile çıkabileceğini iddia etmişti. Ancak dünya 1970 ile 1990 arasında 600 milyar varil tükettiği gibi, bugün bu maliyet ve şartlarda bir trilyon varil elde edilebileceği bilinen rezerv bulunduğu da ortada. Global tüketim hızla artmakla beraber gene de stok rezerv rakamlarının artması bekleniyor. Arabistan ve Venezuela’nın petrol talebini karşılamaya yetecek kadar kapasiteleri bulunduğunu biliyoruz. Gerekirse petrol arzını günde iki milyon varil daha arttırabilirler. Uzun vadeli düşünülürse esas tehlike kıtlık değil bolluk. Düşünülebiliyor musunuz, fiyatlar yeniden dramatik bir şekilde düşerse, Körfez ülkeleri, Rusya, eski Sovyet Cumhuriyetleri, Venezuela, Meksika ve Kolombiya gibi ülkelerde ne tür sosyal ve ekonomik felaketler yaşanabilir?

Cem: Bizim enerji grubunun yaptığı analize bakılırsa fiyatlar reel yani enflasyon ayıklanmış şekilde hesaplandığı taktirde, son yirmi yılda gerilemiş durumda.Bunun sebebi nedir?

Digger: 80 yılında ABD piyasasında petrol fiyatlarının kontrolu kaldırıldıktan ve piyasa fiyatı sistemine geri dönüldükten sonra ham petrol fiyatları artan bir ölçüde global ve transparan hale geldi. Burada petrol future piyasalarının ve petrol konusunda tüm türev piyasalarının gelişmesi önemli bir yardımı oldu. Piyasa arbitraja açık olunca, tüm dünyada mal kalitesi ve nakliye masrafları gözönüne alındığında homojen bir fiyat yapısı oluştu.

Hurşit Bey: Bu neyi değiştirir ki?

Digger: Şimdi bu yeni yapısıyla açık ve daha etkin petrol piyasasında, önemli faktör nakliye masrafları haline geldi. Tüm satıcılar mallarını kendilerine en yakın olan piyasaya satmaya başladılar. Petrol politik ilişkiler yerine nakliye maliyetlerine göre pazarlanmaya başlayınca da Venezuela, Kolombiya, Kanada, Brezilya ve ABD’nin Güney eyalet petrolleri, Kuzey Denizi ve Batı Afrika petrolleri ABD piyasasını doldurmaya ve Ortadoğu petrolünü ABD piyasasından dışlamaya başladı. Böylece ABD artık Ortadoğu petrolüne bağımlı değil, Doğu Asya’nın ise Ortadoğu petrolüne bağımlılığı iyice artmış bulunuyor. Diğer taraftan yeni teknolojiler petrol arama ve bulmanın maliyetini büyük ölçüde düşürdüğü ve mevcut kuyuların hayatları yeni teknolojiler ile uzadığı gibi, elde edilen petrol oranı da nerede ise iki misline yükseldi. Petrol arama ve bulma maliyeti varil başına 15 dolardan sadece 5 dolara inmiş bulunuyor. Tabii petrol tüketimindeki tasarruf tedbirleri de tüketimi nerede ise dörtte bir azaltmış bulunuyor. Eğer OPEC dışı üretim, artış hızını devam ettirebilirse, petrol piyasası 1998 yılında fiyatların sekiz dolara düştüğünden daha da fazla bir petrol arzı içinde boğulacak ve o zaman da OPEC kısıntıları fiyatı yukarı çekemeyecek.

Cem: Şubat’ta konuştuğumuzda, NYMEX future piyasasında haziran teslimat vadeli ham petrol fiyatı 27 dolara ve kasım kontratı 24 dolara düşmüştü. “Üreticiler eğer 30 dolarlık fiyat biraz daha yüksek devam ederse OPEC dışı petrol kuyularından petrol basılmaya yeniden başlanacağını ve bunun kendilerine zarar vereceğini düşünerek fazla zam yapmazlar” diyordun.. İkincisi “70’li yıllarda olduğu gibi gene enflasyon körüklenir, faiz yükselir ve durgunluk gelirse bundan azalan petrol talebi nedeni ile en çok zarar görecek olanlar gene petrol üreticileri olur” diyordun. Ayrıca “başta Suudi Arabistan olmak üzere petrol üreticilerinin büyük bir kısmı için ABD askeri koruma ve desteği önemli; ABD’yi mutsuz kılacak yükseklikte petrol fiyatı olmaz” diyordun.

Digger: Hala aynı fikirdeyim. ABD, petrol satanların son 3-5 yılda uğradıkları mağduriyeti telafi etmelerine bir süre daha izin verecek diye düşünüyorum. Suudi’lerin OPEC’in belirlediği kotalarını çaktırmadan arttırmalarını bekliyorum. Hem de ciddi rakkamlarda. Yani 1.5-2 milyon varil arz artışı olması gerek ki, fiyat kuvvetlice aşağıya itilsin! Ancak tabii ki ham petrol fiyatının ucuzlaması ile perakende yakıt fiyatlarının ucuzlaması arasında önemli bir zaman gecikmesi var ve bu nedenle de fiyatlar yaza kadar ancak düşer.

Hurşit Bey: Petrol fiyatları kırk dolara çıkarsa bu en çok Saddam’ın işine yarar. Irak petrolünün kullanımı kaçınılmaz hale gelir ve Saddam da ülkesinin üzerindeki yasakların kaldırılmasını fiyatların düşürülmesi için ön şart olarak takdim edebilir.

Digger: Petrol fiyatları ABD Başkanlık seçimlerine de bulaştı ve Demokrat Parti petrol fiyatlarına karşı çıkarak bizim aday Bush karşısında puan kazanmak istiyor gibi bir görüntü çıktı.

Prof.İhsan Bey: Digger, gel gerçekleri konuşalım. Amerikan ham petrol rezervlerinin son 25 yılın en düşük düzeyinde olduğu yalan mı? Son iki yılda petrol fiyatlarının üç misline yükseldiği doğru değil mi? Ee, kış da geliyor…

Selahattin Bey: Gençliğimizde, ‘70 yıllarda petrol kaynaklı felaket senaryoları çok revaçtaydı.

Prof.İhsan Bey: 70’li yıllardaki gibi bir yükselmeden bahsedilebilmesi için petrol fiyatının 90 dolara çıkması gerekir. Bizi korkutan şey, geçici gibi görülen fiyat yükselmesi de artık kalıcı olarak kabul edilmeye başlandı.

Cem: Etkisi ne olacak?

Prof.İhsan Bey: Teknik olarak petrol fiyatlarının artışı bir genel enflasyon artışı değil. Dünya ekonomisi büyümekte, canlı! Diğer taraftan da ham petrol arzı sınırlı. Bu şartlar altında artması olası olan petrol fiyatlarının kriz yaratması uygulanacak politikalara bağlı olacak. Eğer vatandaşlar rasyonel davranıp fiyatı artan petrol ürününü kullanmak yerine başka ürünlere geçer ve biraz tasarruf da ederlerse ekonomi politikasının değişmesi gerekmeyebilir.

Güven Bey: Yüksek petrol fiyatlarının ekonomilerdeki büyümeyi de aşağıya bastırması, para politikasının da daha genişlemeci yapılmasını gerektirmez mi?

Prof.İhsan Bey: Bu düşünce yanlış. Ücret ve diğer maliyet artışları olmazsa ‘para politikasını gevşetelim’ görüşü doğru olabilirdi. Fiyatlar artınca ücret ve diğer maliyetlerin de artması halinde, enflasyon genelde yükselmeye başlayınca, para politikasının genişlemeci değil, tersine iç talebi daraltıcı ve enflasyonu düşürücü olması, yani paranın sıkılması ve faizlerin yükseltilmesi gerekiyor.

Güven Bey: İhsan Hoca’nın bu söyledikleri ABD için de geçerli mi?

Digger: Ben ekonomi profesörü değilim ama bence böyle bir ihtimal yok. ABD dokuz yıllık bir büyümenin zirvesinden aşağıya dönmekte. Son bir yılda FED peşpeşe faiz arttırımları yaptı. Bu nedenle de bu hafta faiz arttırımı yapmayı red etti, çünkü ABD’deki büyüme durma sinyalleri veriyor. Fiyatların mevcut zirvesini sürdürmesi halinde global büyüme hızı yarım puan düşer.

Prof.İhsan Bey: Digger haklı ama Avrupa Merkez Bankası faiz arttırmak zorunda gibi. Avrupa petrole daha bağımlı. Petrol fiyatları artışı da Avrupa’da genel enflasyonu yukarı iter durumda. Avrupa büyüme rayına ABD’den çok sonra yeni oturdu ve tam büyürken de enflasyonist ortama giriyor. Bu nedenle Avrupa faiz yükseltmeye mecbur. İnşallah petrol fiyatları OPEC çetesi tarafından çok yukarı itilmez. Çünkü Asya ve gelişen ülkeler tam yeniden hızlanan büyüme sergilemeye başlamıştı. Petrol fiyatları genel enflasyonu çok yükseltirse, çocuk doğmadan ölebilir! Fiyatların mevcut zirvesini sürdürmesi halinde global büyüme hızı yarım puan düşer.Bundan en çok zararı da paradoksal şekilde petrol ülkeleri görür!

Hurşit Bey: Hocam, petrol saadet getirmiyor galiba.

Prof.İhsan Bey: Geçmişte ABD, Suudi Arabistan kanalı ile OPEC’in azgınlığını önleyebiliyordu. Ancak Suudi’ler savurganlıkdan büyük borç düzeylerine yükselip döviz rezervlerini de bitirip sürekli büyük bütçe açığı vermeye başlayınca, OPEC yaklaşımlarına uymak zorunda kaldı. OPEC’in başında da, OPEC kanalı ile petrol gelirini arttırmak stratejisine sarılmış olan Venezuella’lı darbeci Albay Hugo Chavez’in enerji Bakanı Ali Rodriguez’in bulunması OPEC’i her zamankinden daha saldırgan hale getirdi. Petrol fiyatları düşmezse dünyanın hem durgunluk hem de enflasyon sorunlarının ikisine birden kurban gitmesi kaçınılmaz hale gelecek.

Selahattin Bey: Yani Venezüella için iyi mi oldu yoksa kötü mü?

Metin Bey: Efendim, yeri gelmişken bir izlenimimi aktarmak istiyorum. Eylül başında, Caracas’da bir kongreye katıldım. Orada da vatandaşlar yüksek petrol fiyatlarından şikayetçiler. Halbuki Venezüella’da petrol sudan ucuz, litresi sadece on cent. Yine de şikayetleri bitmiyor! Venezüella’nın nüfusu 24 milyon. Devlet gelirlerinin yarısı ve ihracatın yüzde sekseni petrol ürünleri. 2000’de 20 milyar dolarlık petrol geliri planlıyorlar. 70 milyar dolarlık bir milli gelir, 3000-3500 dolarlık bir kişi başına gelir demektir.

Hurşit Bey: Desene bizim gibi fakirler liginde oturuyor. Neden?

Metin Bey: İhsan Hoca daha iyi bilir, 30’lu yıllarda Venezüella’nın petrol kaynakları ortaya çıkarken iktisatçılar petrol gelirinin tüketim için değil, yatırım için kullanılmasını talep etmişler. Ama ne vatandaş ne de politikacılar bu yöne gitmemiş. Aynen Suudi Arabistan gibi. Petrol ortaya çıkınca Venezüella’lılar kendilerini zengin görmeye başlamış, çalışmayı ve üretmeyi unutmuşlar. Gelirleri de yükselmeyince hiç bir şey üretmeyen ekonomik modellerini ve kişisel tüketim savurganlıklarını suçlamak yerine, hükümet ve politikacıların sahtekar ve hırsız olduğu kanısı ile sefaletlerinin başkalarının suçu olduğu inanmışlar. Konuştuğum insanların yüzde sekseni petrol kaynakları nedeni ile dünyanın en zengin ülkelerinden biri olduklarını söylüyorlar. Gene aynı kişiler hükümetin en önemli görevinin bu zenginliği vatandaşlara dağıtmak, eşit pay etmek olduğunu düşünüyorlar. Buna ‘bonanza mentality’ adı takılmış, ulufe anlamına geliyor. Bu tür hisler, 2 yıl önce Chavez adlı darbeci Albay’ın hükümeti ele geçirmesine ve bu yıl da yeniden büyük destek ile seçilmesine yol açmış. Önceki Başkan Perez 89’da Venezuella içindeki petrol fiyatlarına zam yapınca ülkede isyan çıkmış, ortalık yakılıp yıkılmış. Şimdi petrol fiyatlarının ülke dışında yüksekliği, yıllanmış sorunları gizliyor ama, er geç ülke içindeki petrol tüketimini kısmak ve petrol dışında yatırım için tasarruf etmek zorunda. Bu zaman geldiğinde Chavez’in ne yapacağı merak ediliyor. Şu anda yüksek fiyattan petrol ihraç ederek durumu idare ediyor. Ama yüksek petrol fiyatları dünyayı durgunluğa sokarak, petrol talebini kısarsa Venezuella ve diğer OPEC’çiler ne yapacak?

Hurşit Bey: Petrol, kalıcı mutluluk getirmez mi?

Prof.İhsan Bey: Petrol fiyatları 10 dolardan 30 dolara çıkınca Türkiye’nin bir evvelki yıl 4 milyar dolar ödediği enerji faturası 10 milyar dolar düzeyine çıkmış olacak. Tabii bu fark bize kazık atanlara yarayacak mı? Mesela Rusya veya Meksika iyi duruma mı geçecek? Bu sorunun cevabı kısa vadede evet, uzun vadede ise bu parayı ne yapacaklarına bağlı!Rating kuruluşları Meksika’nın notunu yükseltme girişimindeler! Ancak artan gelir ve ondan kaynaklanan tüketim harcamaları Meksika’nın iyileşme sergileyen ödemeler dengesi cari denge hesabını yeniden bozulma yönüne çeviriyor gibi. Muz cumhuriyetlerinde gelir artışı hemen şımarma ve döviz israfı getiriyor.

Hurşit Bey: Aynen Türkiye!

Digger: 99 yılında 5 milyar dolar dış ticaret açığı vermiş olan Meksika, 2000’de bunu iki katına çıkarabilir. Üstelik petrol fiyatları biraz daha yükselir ve dünyada faiz ve enflasyon artar, Batı’da durgunluk da gelirse, Meksika’nın dış ticaret açığı ve cari denge sorunu daha da artan ithalat ve azalan petrol dışı ihracat nedeni ile daha da büyür! Petrol fiyatı artışı otomatik mutluluk demek değil.

Cem: Peki ya Rusya? Türkiye’yi Meksika’dan daha çok ilgilendiriyor bence.

Prof.İhsan Bey: 2 sene önce Rusya’nın borç moratoryumu bizi felakete sürüklemişti. Rusya petrol fiyatlarının düşmesi nedeni ile borç ödeyemez hale gelmiş ve aptalca bir şekilde dünya ile diyaloğu kesmiş ve borçlarını ödemeyeceğini ilan etmişti. Şimdi yükselen petrol fiyatları Rusya’da kısa vadede mutluluk üretmiş durumda. Rusya petrol fiyatları nedeni ile 30-35 milyar dolarlık bir rekor cari denge fazlası yaratacak gibi gözüküyor. Petrol gelirinden alınan vergiler nedeni ile bütçe açığı da azalacak. Rusya’dan kaçan sermayenin önemli bir bölümünün geri gelmeye başladığı konuşuluyor! Petrol, tüm ülkelerde devletlerin en önemli gelir kaynağıdır. En kolay ‘‘dolaylı vergi’’ petrol satışlarından sağlanır. Bizimki si hariç ülkelerin çoğunda 1000 litresi yaklaşık 900 dolar olan benzinin veya 800 dolar olan mazotun perakende satış fiyatının en az yarısı vergidir. Ham petrol fiyatlarındaki artışın, perakende fiyatlara yansıtılmaması için vergilerin indirilmesini talep eden Avrupalı esnaf adeta bir mini ‘‘ayaklanma’’ hareketi başlattılar. Fransızlar, bu eylemlerde başı çekti ve balıkçılar ilk tavizi aldı. Taviz bir yerde kopartılınca, direnişler yaygınlaştı. Böylece, petrol fiyatlarındaki artışın, enflasyon, büyüme, ödemeler dengesi ve istihdam gibi dört temel makro ekonomik parametrede yaratacağı değişiklikler gündeme gelmeden, beşinci parametre olan ‘‘milli gelir dağılımı’’na olan etkisi, ilk tepkiyi vermiş oldu.

Digger: Benim kanaatim 70’li yıllarda yaşanan petrol krizinin benzerinin bu sefer yaşanmayacağı yönünde. Bunun iki sebebi var: Amerika’da da enflasyon var. O önemsemediğimiz yıllık 3’leri 5’leri katlayarak gelirsen yekun tutar. 1 varil petrol 1970’lerin 40 dolarına çıksa, bugün reel fiyatı sadece 10-15 dolar düzeyine geldi demektir. Yani hızla artan fiyatlara rağmen petrol, 20-25 yıl öncesine kadar hala ucuz ve ucuz kalmaya devam edecek. İkincisi, sanayileşmiş ülke ekonomileri petrole daha az bağımlı halde. Son 30 yıl içinde alternatif enerji kaynaklarının kullanımı ve enerji tasarrufu açısından çok önemli gelişmeler oldu. Dolayısıyla bu seferki petrol fiyat artışlarının, dünya ekonomisindeki olumsuz etkisi sınırlı kalacak. Kaldı ki; artan petrol fiyatlarının dünya ekonomisinde sürdürülebilir kalkınmayı yakalama bakımından faydası da var. Yani, petrol fiyatlarının artması sadece bir ‘‘şer’’ değil, bunun ‘‘hayır’’ tarafı da mevcut.

Hurşit Bey: Tabii, bu fiyat artışlarının, ülkemiz bakımından özellikle enflasyonu düşürmeye çalıştığımız şu devrede, iyi yanını bulmak zor. Bu iş bizim için kötü oldu.

Selahattin Bey: Hayırlısıyla bir çıkış yolu bulunur elbet. Digger, seni daha fazla tutmayalım da biraz İstanbul’u dolaş. Beraber Arkeoloji Müzesinin bahçesinde çay içeriz. Sen müzeleri bizim çocuklarla gezersin artık.

Globus’un 2000 Ekim sayısında Nihat Baran ismi ile yayınlanmıştır.

Kasım 2000

Selahattin Bey: Cümleten hoş geldiniz. Bu ayki İdare Meclisi toplantımızı erkene almamızın nedeni meşhur Mr. De Bono’nun aramızda olması. Kendisi bir konferans için İstanbul’a geleceğini söyleyince İhsan Hoca’da hep sitayişle bahsettiği bu kadim dostunu İdare Meclisi toplantımıza davet etmiş. Çok da iyi etmiş. Malum bu toplantımızda bütçeleri görüşmemiz gerekiyordu. Bence öğleden sonraya bırakalım, şimdi can kulağıyla misafirimizi dinleyelim. Evet, Hocam sizi dinliyoruz. Bay Bono’ya hepimizin adına hoşgeldin dileklerimizi iletiver.

Prof İhsan Bey: Size kısaca Edward de Bono’yu tanıtmak isterim. Malta Kraliyet Üniversitesi tıp fakültesi mezunudur. Doktorasını Oxford Üniversitesinde yapmıştır. Oxford ve Cambridge Tıp Fakültesinde öğretim görevlisi olarak çalıştı. 10 yıldır Cambridge Araştırma Vakfı Direktörlüğü ve 20 yıla yakın bir süredir Bağımsız Düşünme Derneği’nin Genel Sekreterliğini yürütmektedir. Ben de kendisiyle dernekte tanıştım. O zamanlar şimdiki kadar meşhur ve havalı değildi, çabuk dost olmuştuk. O gün bu gündür her fırsatta biraraya gelmeye çalışırız. Geçen yaz bizi ailecek kendi adasında misafir etmişti.

Hurşit Bey: Edward Bey’in kendi adası olduğuna göre hayli varlıklı olmalı.

Cem: Amcacığım, Mr.De Bono’yu konferans vermesi için Türkiye’ye getiren kuruluşun sahibi benim arkadaşım, Emre. Onun söylediğine göre dünyanın en pahalı hatiplerinden birisi. Bir günlük konferansı $100.000 dolara maloluyormuş.

Selahattin Bey: Emre dediğin şu Konyalı hiperaktif arkadaşın mı? İşleri bu kadar ilerletti mi?

Aslı: Ne diyorsunuz Beybaba, yakında Internet üzerinden eğitime başlıyor. Beraber proje yapıyoruz. Microsoft bile adamın peşinde.

Metin Bey: Efendim, bu konferansa Aslı Hanım’ın ricası üzerine Internet şirketimiz de sponsor olmuştu, karşılığında epey bir davetiye hakkımız vardı. Kalktık gittik. İğne atsanız yere düşmeyecek, sanırsınız bedava. Adambaşı $1000 para verip 8 saat kenarda sandalyeden takip edenler bile vardı.

Hurşit Bey: Aslı, kızım, faydalandınız mı bari?

Cem: Amcacığım, ben 3 sene önceki konferansına da gitmiştim, pek yeni bir şey anlatmadı diyebilirim.

Prof İhsan Bey: Müsaade ederseniz kaldığım yerden devam edeyim. Edward bugüne kadar 58 kitap yazdı. Kitapları 30’dan fazla dile çevrilmiştir. Ayrıca televizyon dizileri yaptı. Internet’te çalışmalarıyla ilgili milyonlarca referans bulunmaktadır. Uluslararası Astronomi Birliği bir gezegene onun adını verdi. Düşünme konusundaki teorilerini hükümetler resmen kullanıyor. Çocuklara düşünmeyi öğretmekle ilgili programları bazı ülkelerde zorunlu dersler arasında yer almakta. Kavramları değiştirerek düşünme anlamına gelen “paralel düşünme” kavramının fikir babasıdır. Kariyeri boyunca, düşünme süreci ve bunun iş dünyasında nasıl uygulandığı konusuna odaklandı. Ve yaratıcılığın, katma değer elde etmede, maliyet açısından en etkin yol olduğuna inanmaktadır. Yaratıcılığın, herhangi bir şirkette karlılığı beş yıl içinde iki katına çıkaracağını, söylüyor.

Selahattin Bey: Tıp eğitimi aldınız, ama şu anda iş dünyasına nasıl başarılı olacakları konusunda seminerler veriyorsunuz. Biraz garip değil mi?

Edward De Bono: Sizlerle beraber olmaktan çok mutlu olduğumu söyleyerek başlamak istiyorum sözlerime. İhsan çok bahsetti sizlerden. Oğlunuzla da 3 yıl önce tanışmıştık. Meşhur bir radyo için benimle röportaj bile yapmıştı. Tıp eğitimim sayesinde kendini yöneten sistemlerin nasıl çalıştığını öğrendim. Düşünme ve yaratıcılığın ne olduğunu anlamak için bu öğrendiklerimi beyindeki sinir ağının yapısını incelerken kullandım. Rekabet iş hayatında başarının tek anahtarı değildir. Yaratıcılık olmaksızın başarıyı yakalamak neredeyse mümkün değildir. Dolayısıyla yaratıcılık konusundaki çalışmalarımı iş hayatına uyguladım, çünkü sadece onlar ilgi gösterdiler.

Metin Bey: Mr. De Bono, yaratıcılığın herhangi bir şirkette karlılığı 5 yılda iki katına çıkaracağını savunuyorsunuz. Sizin tekniklerinizi kullanarak bu başarıyı yakalamış şirketler var mı?

Edward De Bono: Avrupa’nın en büyük şirketi Siemens benim metotlarımı kullandıktan sonra karını %98 artırdı ama ben yine de bu başarının tamamını kendime mal etmiyorum.

Hurşit Bey: Biz Türkler kendimizi çok yaratıcı bir ulus olarak görüyoruz. Çok zor durumlarda pratik çözümler bulduğumuza inanıyoruz. Buna karşılık sistematik düşünme ve çalışma alışkanlığımız yok. Bu durumun ardında sizce ne yatıyor olabilir?

Edward De Bono: Pratik çözümler bulmak yaratıcılığın bir çeşididir. Ama yeni bir şey yaratmak tamamen farklı bir düşünme sistematiği gerektirir. Yenilik yaratmak, içten gelen ilhamlara değil ancak sistematik yaratıcı teknikler kullanılarak sağlanabilir.

Cem: Beybaba, Mr. De Bono’nun geliştirdiği çok pratik düşünme teknikleri var. Hazır buradayken onlardan birini anlatsın sizlere. Örneğin altı şapkalı düşünme tekniği.

Edward De Bono: Zevkle anlatırım. Konsept çok basit. Bir konu tartışılırken masanın etrafındaki insanlardan bazıları olumlu, bazıları olumsuz yaklaşır. Benim geliştirdiğim bu teknikle hep beraber konuya önce olumlu yaklaşıyoruz, daha sonra yine hep beraber olumsuz yaklaşıyoruz.

Hurşit Bey: Çok meraklandım. Basit gözüküyor ama nasıl çalışıyor?

Edward De Bono: Altı düşünme şapkasının ilk değeri tanımlanmış rol oynama olanağı sunmasıdır. Egonun kendini savunma içgüdüsü düşünmeyi kısıtlayan ana engeldir ve pratikteki çoğu düşünme hatalarının da sorumlusudur. Şapkalar bize egomuzu riske sokmadan başka bir durumda düşünemeyeceğimiz ve söyleyemeyeceğimiz şeyleri düşünmemizi ve söylememezi sağlar. Normalde şaklabanlık yapamayacak insanlar palyaço giysisi giydiklerinde hiç çekinmeden şaklabanlık yapabilirler. İkinci değer dikkati yönlendirmektir. Eğer sadece tepkisel amaçlı düşünmenin ötesine geçmeyi istiyorsak o zaman dikatimizi düzenli bir şekilde bir noktadan diğerine yönlendirebilecek bir yönteme gereksinmemiz vardır. Altı şapka yöntemi belirli bir konuyu altı farklı noktadan ele almamıza olanak sağlar. Üçüncü değer uygunluktur. Birisinden olaya farklı bir açıdan bakmasını istemek için kolayca kullanılabilecek uygun bir yöntem sunmaktır. Bu yöntemle birisinin olumsuz olmasını isteyebilirsiniz ya da artık olumsuzluğu bırakmasını isteyebilirsiniz. Birisinin yaratıcı olmasını isteyebilirsiniz. Veya birisinden tamamen duygusal bir tepki vermesini isteyebilirsiniz. Dördüncü değer beyindeki olası kimyasal temeldir. Beşinci değer saptanmış belirli kurallara göre oynanmasından kaynaklanır. İnsanlar bir oyunun kurallarını öğrenmek konusunda çok başarılıdırlar. Oyunun kurallarını öğrenmek çocuklardaki en güçlü öğrenme biçimlerinden birisidir. Onların bilgisayarları rahat kullanabilmelerinin nedeni de budur.

Metin Bey: Mr. De Bono,bu şapkaların hepsine bir renk atfetmiş, efendim.

Edward De Bono: Altı düşünme şapkasının herbiri değişik renktedir. Beyaz, kırmızı, siyah, sarı, yeşil, mavi. Şapkanın rengi aynı zamanda onun ismidir. Ben düşünme faaliyetinde bulunanların bu şapkaları gerçek birer şapka gibi gözlerinde canlandırmalarını istiyorum. Bunun gerçekleşmesi için de renkler önemlidir. Yoksa şapkalar arasında nasıl ayrım yapardınız? Renkler birşeyi hayalimizde canlandırmamızı kolaylaştırır. Renkler ayrıca her şapkanın işlevi ile de bağlantılıdır.

Selahattin Bey: Bay Bono, sizden rica etsem şu renkler ne anlama geliyor kısaca anlatırmısınız.

Edward De Bono: Mesala beyaz şapka. Beyaz tarafsız ve objektiftir. Beyaz şapka objektif olgular ve rakamlarla ilgilidir. Kırmızı, öfke tutku ve duyguyu çağrıştırır. Kırmızı şapka duygusal bir bakış açısı verir. Siyah karamsar ve olumsuzdur. Siyah şapka da kötümserdir. Bir şeyin niçin yapılamayacağını görür. Sarı güneş gibi aydınlık ve olumludur. Sarı şapka iyimserdir. Umutla ve olumlu düşünme ile ilgilidir. Yeşil çimen bitki bereket ve verimli büyüme demektir. Yeşil şapka da yaratıcılık ve yeni fikirlerle ilgilidir. Mavi, serinkanlılığı temsil eder ve aynı zamanda herşeyin üstündeki gökyüzünün rengidir. Mavi şapka düşünme sürecinin düzenlenmesi ve kontrolü ile uğraşır. Ayrıca diğer şapkaların kullanımıyla da ilgilidir.

Hurşit Bey: Peki işe yarıyor mu?

Edward De Bono: Pratikte şapkalar işlevleriyle değil renkleriyle tanımlanır. Eğer bir kişiden konu hakkındaki duygusal tepkilerini ortaya koymasını isterseniz, ondan dürüst bir cevap almanız hemen hemen olanaksızdır. Çünkü çoğu insan duygusal olmanın yanlış bir şey olduğunu düşünür. Ancak kırmızı şapka terimi nötrdür. Birisinden “bir süre için siyah şapkasını çıkarmasını” istemek ondan “ bu kadar olumsuz olmayı bırakmasını” istemekten daha kolaydır. Renklerin tarafsızlığı şapkaların sıkıntı duymadan kullanılmalarını sağlar. Düşünme faaliyeti tasvip edilmeme ya da kınanma tehlikesi olmayan kuralları tanımlanmış bir oyun haline gelir. Sonuçta amaç, katıldığınız herhangi bir toplantıda “şapkaları” kolayca takıp çıkarabilmenizdir.

Prof İhsan Bey: Selahattin Bey’ciğim konunun buraya geleceğini bildiğim için size bir sürpriz hazırladım. Yanımda bir koli renk renk şapka getirdim. Renkler tam tutmuyor ama basit bir oyun için fazla bile.

Selahattin Bey: Hocam, ömürsün! Ne yapacağız peki?

Prof İhsan Bey: Önce şu krem rengi şapkaları takalım. Beyaz bulamadım. Bununla idare edeceğiz. Edward sen şimdi anlat, beyaz şapkayı takınca nasıl düşüneceğiz?

Edward De Bono: Konsantre olun ve kendisinden istendiğinde gerekli olgu ve rakamları veren bir bilgisayarı düşünün. Bilgisayar tarafsız ve objektiftir. Yorumda bulunmaz fikir üretmez. Beyaz düşünme şapkası taktığınızda bir bilgisayarı taklit etmelisiniz. Bilgi talep eden kişi bilgiyi sağlamak ya da bilgideki eksikleri tamamlamak için odaklayıcı sorular sormalıdır. Pratik yaşamda bilgi iki basamaklı bir sistem oluşturur. İlk basamakta kanıtlanmış olgular bulunur. İkinci basamak ise doğru olduğuna inanılan ancak şimdiye kadar tam olarak kanıtlanmamış olguları kapsar. Olasılıklar yelpazesi “her zaman doğru”dan “hiçbir zaman doğru değil” arasında açılımlar gösterir. Bu ikisinin arasında “genellikle”, “bazen”, “arada sırada” gibi kullanışlı seviyeler de vardır. Beyaz şapka düşüncesi bir disiplin, bir yöndür. Düşünür, bilgileri sunuş şeklinde daha tarafsız ve daha objektif olmak için çaba gösterir.

Prof İhsan Bey: Sıra kırmızılarda.

Edward De Bono: Kırmızı şapka takmak “konu hakkındaki duygularım bunlardır” deme olanağı sağlar. Kırmızı şapka, duyguları düşünmenin önemli bir parçası olarak meşrulaştırır, görünür kılar böylece düşünme haritasının bir parçası olurlar. Kırmızı şapka, düşünürünün duyguların ön planda olduğu bir ortama rahatça girip çıkabileceği bir yöntem sağlar. Böyle bir araç olmadan bunu yapması olanaksızdır. Bir düşünür kırmızı şapkayı kullanırken duygularını haklı göstermeye ya da onlara mantıklı bir temel sunmaya asla çalışmamalıdır. Kabaca iki duyguyu kapsar. İlk olarak bildiğimiz olağan duygular vardır. Bunlar, bir ucunda korku ve nefret gibi kuvvetli duygular diğer ucunda ise şüphe gibi daha zor anlaşılır duygular içeren bir yelpaze oluştururlar. İkinci olarak önsezi, sezgi, duyu, beğeni, estetik duygusu gibi herhangi bir şekilde gerekçelendirilemeyen duygu türleri vardır. Eğer bir görüş büyük ölçüde bu tür duyguları içerirse o da kırmızı şapka kapsamına girer.

Prof İhsan Bey: Şimdi de siyah şapkalar.

Edward De Bono: Siyah şapka düşünmesi özellikle olumsuz değerlendirmelerle ilgilidir. Siyah şapka düşünürü yanlış ve hatalı olan şeyleri gösterir, neyin deneyime ya da doğruluğu kabul edilmiş bilgiye uymadığına işaret eder, neden işlemeyeceğini gösterir, riskler ve tehlikelere işaret eder, tasarımdaki hataları gösterir. Siyah şapka düşünmesi tartışma değildir ve öyle görülmemelidir. Olumsuz unsurların haritaya katılması için yapılan objektif bir girişimdir, düşünme prosedüründeki ve yöntemindeki hatalara da işaret edebilir. Siyah şapka düşünmesi, bir fikrin bilinenle ne kadar uyum sağladığını görmek için onu geçmişle kıyaslayarak değerlendirebilir. Siyah şapka düşünmesi kırmızı şapkanın kullanım alanına giren olumsuz alışkanlığını veya olumsuz duyguları kullanmamalıdır. Yeni fikirlerin ortaya konduğu durumlarda sarı şapka daima siyah şapkadan önce takılmalıdır.

Prof İhsan Bey: Şu turuncuları sarı yerine kullanabiliriz herhalde.

Edward De Bono: Sarı şapka düşünmesi olumlu ve yapıcıdır, bir ucunda mantıklılık ve pratiklik, öbür ucunda hayaller ve umutlar olan bir olumluluk yelpazesi kapsar. Değerli ve yararlı olan şeyleri arar ve araştırır, daha sonra bu değerli ve yararlı şeyler için mantıksal destek sağlamaya çabalar. Sağlam temellere dayanan bir iyimserliği ortaya koymaya çalışır ancak bununla sınırlı değildir. Sağlam temellere dayanmayan iyimserlik türleri de olabilirlik dereceleri açıkça belirtildiği sürece kullanılabilir. Yapıcı ve üreticidir, somut teklifler ve öneriler çıkar. Uygulama becerisi ve ortaya bir şeyler çıkarma ile ilgilidir. Etkili olmak yapıcı düşünmesinin hedefidir. Spekülatif ve fırsat arayıcı olabilir, hayallere de izin verir. Sarı şapka düşünmesi kırmızı şapkadaki tümüyle olumlu coşkuyla veya yeşil şapkadaki yeni fikirlerin yaratılmasıyla ilgilenmez.

Prof İhsan Bey: Şimdi de yeşiller.

Edward De Bono: Yeşil şapka yaratıcı düşünme ile ilgilidir. Takan kişi yaratıcı düşünmenin kavramlarını kullanacaktır. Çevresindeki kişilerden onun yeşil şapka düşünmesi sonucu ortaya koyduğu fikirleri yaratıcı fikir olarak ele almaları beklenir. Alternatifler aramak yeşil şapka düşünmesinin temel yönüdür. Bilinen bariz olan ve tatmin edici alternatiflerin ötesine gitmeye gerek vardır. Yaratıcı duraksamayla düşünür bir an için bulunduğu noktada alternatif fikirlerin olup olmayacağını araştırır. Yeşil şapka düşünmesinde hareket kavramı yargı kavramının yerine geçer. Düşünür bir fikirden ileri doğru hareket ederek yeni bir fikre ulaşır. Kışkırtma yeşil şapka düşünmesinin önemli bir unsurudur. Kışkırtma olağan düşünme kalıplarının dışına çıkmamız için kullanılır. Rastlantısal kelime yöntemi de dahil olmak üzere kışkırtmalar oluşturmanın bir çok yolu vardır. Mesela, Yanlamasına Düşünme kendi kendini düzenleyen asimetrik kalıplar sisteminde bir kalıptan diğerine atlamanızı sağlayan bir dizi tavır, kavram ve tekniği içerir. Yanlamasına Düşünme yeni kavramlar ve algılama biçimleri yaratmak için kullanılır.

Prof İhsan Bey: Son olarak mavi niyetine lacivertleri kullanalım.

Edward De Bono: Bir kontrol panelini gözünüzde canlandırın. Bu kontrol panelinin başında mavi iş üniforması giymiş ve mavi şapka takmış birisi olsun. Mavi şapkayı takarken artık konuyu düşünmeyiz. Onun yerine artık konuyu araştırmak için nasıl bir düşünme yolu seçilmesi gerektiğini düşünürüz. Mavi renk herşeyi kaplayan gökyüzü gibi genel kontrolü sembolize eder. Mavi aynı zamanda tarafsızlığı sukuneti ve hakim olmayı akla getirir. Şapkalarımızın bize düşündürmesi gerekenler bu kadar basit.

Hurşit Bey: Bana hiç de dediğiniz kadar basit gözükmedi. Ben yine de tek şapkayı tercih ederim. Edward Bey tek bir şapka giymesi gerekse hangisini seçerdi acaba?

Edward De Bono: Sarı şapkayı seçerdim çünkü sarı şapka ‘değer’i bulmayı ve tanımlamayı temsil ediyor. Bu şapka olmaksızın diğer şapkalar bizi doğru sonuca ulaştıramaz.

Selahattin Bey: Çoğumuz iş dünyasında yaşanan değişime ayak uyduramıyoruz. Çalışanlar iş dünyasını değil de iş dünyası çalışanları değişime zorluyor gibi. Başarılı bir yönetici kendini bu hızlı değişimde nerede görmeli? Öncü mü olmalı, akıntıyla birlikte mi gitmeli, yoksa yıllardır alıştığı yöntemlere sıkıca sarılmalı mı?

Edward De Bono: İyi bir yönetici hep en önde gitmeli ve çalışmalarını değişme ayak uydurmaya zorlamalıdır. Üst düzey yöneticiler değişimi kucaklamadıkça değişim yakalanamaz.

Selahattin Bey: Bay Bono’ya İdare Meclisimiz adına teşekkür etmek istiyorum. Ben şahsen çok istifade ettim. “Bu sene son” derken ne kadar haklı olduğumu görüyorsun, İhsan Hoca. Bizim emekliliğimiz gelmiş de, geçiyor bile. Şimdi hep beraber yemeğe çıkalım. Suzet Hanım nerede rezervasyon yaptı acaba?

Aslı: Beybaba, siz seviyorsunuz diye Beyti’de yaptırmıştı. Ama ben dışarı çıktığımda yeri değiştirdim. Yaratıcı bir menü olsun dedim. Chefs’e gidiyoruz.

Selahattin Bey: Buyrun Bay De Bono, bakalım bizi ne “yaratıcı” yemekler bekliyor.

Globus’un 2000 Kasım sayısında Nihat Baran ismi ile yayınlanmıştır.

Aralık 2000

Yönetim Kurulu Başkanı Selahattin Bey: Hoşgeldiniz, sefalar getirdiniz. Hem mübarek ramazan, hem yılın son toplantısı ve bence en mühimi de şirketimiz açısından bir dönemin kapanıp, yeni bir dönemin açılacağı bir toplantıyı açıyorum. Kardeşim Hurşit’le beraber geçen sene aldığımız kararı gözden geçirdik ve uygulamaya geçmeye karar verdik. Evet, bu resmen, son İdare Meclisi toplantımız. Sentimantal olabilirim, kusuruma bakmayın. Pertev Bey gündemi getirdiğinde, “tek madde “veda” olsun, diğer mevzuları artık yeni yönetim belirlesin” dedim. Dolayısıyla, bugün pek gündemimiz yok.

Genel Sekreter Pertev Bey: Efendim affınıza sığınarak arzetmek isterim ki, şimdiye kadar gündemimizi müzakere edebildiğimiz toplantımız pek nadirdir zaten.

Başkan Yardımcısı Hurşit Bey: Aferin Pertev Bey, biz seni baba yadigarı diye başımızın üstünde taşıyalım, sen de kalk, bu en hususi günümüzde bizi iğnele.

Pertev : Efendim, nur içinde yatsın, rahmetli pederiniz de pek gündeme sadık kalmazdı zaten.

Selahattin : Neyse, Pertev Bey bundan sonra rahat ol, bizler olmayınca sıra gündeme gelir artık.

Pertev : Efendim, o nasıl söz öyle. Rahmetli pederinize verdiğim söze binaen Allah bu günleri gösterdi, kör topal sizlere hizmet etmeye çalıştım. Sizlerle beraber ben de artık emekli olup Seferihisar’a yerleşeceğim.

Hurşit: Hoppala! Oysa biz, kalıp da çocuklara göz kulak olursun diye düşünmüştük.

Pertev : Eksik olmayın ama Prof. Üstün Bey, “karaciğerini biz kurtardık, ama kalbini kurtarmak kendi elinde” diyerek bize istikameti gösterdi. Ben hukuk müşavirimiz Adalet Hanım’dan rica ettim, Genel Sekreterlik görevini benden devralmasını, o da sağolsun beni kırmadı. Kısmetse Genel Kurulları yaptıktan sonra sadece dost ziyaretlerine geleceğim.

Yönetim Kurulu Danışmanı Prof. İhsan Bey: Ne oluyoruz yahu? Utanmasınız ağlayacaksınız. Elbet bir gün bu olacaktı. Bence geç bile kaldınız. Cem de, Aslı da gayet iyi yetiştiler. Hurşit Bey’in oğlanlar da çalışmaya başladılar. Yıllanmış profesyonelleriniz var. Metin, Güven diğerleri. Hem Türkiye’de yeni bir dönem açılıyor. “Yeni döneme yeni yönetim”, “Sanal Holding’te 3. Nesil yönetim’de” başlıkları hiç de fena durmuyor. Bununla gurur duymanız lazım. Çünkü bu ortamı esasında sizler hazırladınız.

Selahattin: Hurşit görüyormusun, bugün tüm güvendiğimiz dağlara karlar yağıyor. Pertev’den sonra en çok sevinen Hoca oldu. Biz de kara kara düşünüyorduk “nasıl anlatacağız” diye!

Hurşit: Bana en çok koyan da Hoca’nın “Türkiye’de yeni bir dönem açılıyor” lafı oldu. Sanki olan bitenle bizim bir alakamız varmış gibi. TÜSİAD’da “temiz eller” bayrağını en önde taşıyan hep biz olduk. Haksızlık yapma Hoca.

Selahattin Bey: Ben Hoca’ya takılmam da, yine bir şey çıkmayacak diye üzülürüm. Bankaların elinde siyah çöp torbaları, sahipleri tarafından soyulmasını dehşetle izler olduk. Hepimiz çok öfkeliyiz. Nüfusun çok büyük bir kısmının zar zor geçimini temin ettiği bir ülkede, halk dehşete düşüyor, “hırsızların” en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyor. Bir yandan da, bu “kasırga”nın dişe dokunur bir netice yaratmadan hız keseceğinden, hatta geçip gideceğinden endişe duyuyor. Hukuk müşavirimiz Adalet Hanım, yıllardır bizi hukuk konusunda eğitiyor. Mahkemelerin çeşitli beraat kararlarına şaşırdığımızda, “hukuk, ispattır; ispat da kanuna göre olur” der. Biz ise ‘‘Ama, hakikat ortada, nasıl oluyor da ispat edilemiyor’’ diye itiraz ederiz.

Hukuk müşaviri Adalet Hanım: İspat kanuna göre olur demek, ispatın ‘‘şeklen’’ kanuna uygun olması demektir, Selahattin Bey. Kitapların ‘‘kanunların ruhu’’ dediği şey, kulağa hoş gelen boş bir laftır. Şekil şartı her şeyin önünde gelir.

Hurşit Bey: Bu ülkede ‘‘hukukun üstünlüğü’’ denilen kavram, ‘‘işi kitabına uydurmaktan’’ başka bir şey değildir. Bunu böyle bilin ve Egebank olaylarından fazla bir şey çıkmazsa, şaşırmayın. Benim gibi, hayatınız boyunca hukuk cahili kalmakta direnip, isyanları oynamayın.

Prof.İhsan Bey: Egebank hadisesi, başından sonuna kadar bir çirkef. Sadece, kötü niyetli, ama gözü kara insanların ‘‘girişimci’’ diye ortalarda fink atıp, devleti yani ‘‘milleti’’ soyması değil mesele. Banka murakabesinin ne kadar ‘‘fos’’ olduğu ve hiçbir işe yaramadığını da bir defa daha görmüş olduk. Meslek ahlakının, ne yüksek teknokratlarda, ne medyada, ne de reklam dünyasında yer etmemiş olması da ayrı bir acı gerçek.

Selahattin: Konuyu nereye getiriyorsun Hocam?

Prof.İhsan: Diyeceğim o ki, Özal zamanında en üst seviyelere çıkan ve hálá oralarda seyreden ‘‘iş bitirip, köşe dönme’’ düsturu artık toplum hayatından çıkmalıdır. Bunun şartı da, kimsenin yaptığının yanına kar kalmamasıdır. Egebank dürüstlük denizinin ortasında, öyle tek başına sipsivri duran bir yolsuzluk adası değildir. İçinde yaşadığımız ve oluşmasına, karınca kaderince katkıda bulunduğumuz çürük ortamın tipik bir kesitidir bu olay. Çoğunuz itiraz ediyorsunuz “Benim bu çürümüşlüğün oluşmasına hiçbir katkım olmamıştır” diye. O kadar emin olmayın. Hele bir iyi düşünün. Hangi ahbap çavuş ilişkisinden, az ya da çok ‘‘hakkınız olmadığı halde’’ yararlandığınızı bir hatırlamaya çalışın. Nail’in iş bitirme şeklini hepiniz bilmezmiydiniz? Sizler ki Ceyhan’da yıllarca iş yapmış insanlarsınız, Hayyam ve ailesinin gidişatı çok mu sürpriz oldu?

Hurşit: Amma yaptın Hoca! Nerdeyse bizi yollayacaksın DGM’ye.

Prof.İhsan: Amacım, suçluluğu yersiz yere yaygınlaştırarak, gerçek suçluları kamufle etmek değil. Ancak bu vesileyle, her birimiz belli bir dozda ‘‘özeleştiri’’ yaparsak, toplumun ortalama ahlak seviyesi daha yukarı çıkar diyorum. Etkimiz ve yetkimiz azken dürüst kalmak nispeten kolaydır. Etkimiz ve yetkimiz arttıktan sonra, nüfuz suiistimali yapmayalım. Muradım bunu vurgulamaktan ibarettir.

Grupbank Genel Müdürü Güven Bey: Efendim, operasyonun şirazeden çıkması ihtimali beni de ürkütmeye başladı. Gerçeklerden uzak ve haklılık çizgisini aşan hareketler, ulvi gayelere hizmet etmek uğruna yapılsa da, gönül rahatlatan bir sonuç getirmez. Bu ameliyatın sonucu, toplumumuz için kocaman bir hüsran olabilir. Halbuki, içinde türlü pislikler barındıran ‘‘sözde bankacılık’’ kepazeliklerinin iyice ayıklanması şart. Bunun yolu da olayların üstüne televole naralarıyla gitmek değildir. Özellikle böyle heyecanlı günlerde, yetkililerin soğukkanlı, akıllı, ekonomik ve hukuken sağlam düşünmesi ve davranması gerek.

Selahattin: Peki ne tavsiye ediyorsun?

Güven: Yaşadığımız olayların esası, ‘‘bazı kötü niyetli kişilerin, kendi bankalarını soyup zevk ve sefa içinde yaşamaları’’ değildir. Şüphe yok ki, görüntüde öncelikli olarak bu vardır. Böyle davrananlar, adalete hesap verecek ve cezalarını çekecektir. Bu, işin adli ve hukuki yönüdür. Ama esas mesele başkadır ve halli çok daha zordur. Bugüne kadar, 10 özel bankanın batmış olduğu resmen açıklandı. Dev kamu bankalarının ne büyük bataklar içinde yüzdüğünü, IMF ve Dünya Bankası bizden iyi biliyor. Batık oldukları şimdilik ilan edilmemiş olsa bile, belli sayıda başka bankanın da müşkül durumda olduğunu tahmin etmek için, özel duyumlara ihtiyaç yok. Bankacılık sektöründe sistemin kendisinden doğan bir salgın vakasıyla karşı karşıyayız. Bu da 80’lerden beri devam etmektedir. Kamunun, para piyasalarından aşırı miktarda kaynak çekmesi sonucu ortaya çıkmış ‘‘anormal, daha doğrusu gerçek üstü reel faizler’’ bu hastalığı yaratan ‘‘mikrop’’tur.

Prof İhsan: İşin acı tarafı bankacılığın pek karlı da olmaması, ama vatandaşın kar var zannetmesi. Birkaç banka kar üretebilir de, bir çoğu sermaye getirisi olarak faiz getirisinin altında sonuçlar elde etmekteler. Tabi önce Kamu’nun, para piyasalarına bu kadar çok abanmasının sebebine bir bakmak lazım. Esasında bu Milli geliri, devlet harcamaları yoluyla tekrar dağıtıma tabi tutma, yani bir nevi, adil gelir dağılımı sağlama politikasıdır. Bu amaçla, çıkılan yolun sonunda, tam tersi noktaya gelinmiştir. Yani, milli gelir dağılımı yüksek reel faizler dolayısıyla daha fazla bozulmuştur. Benzeri vakalar, sosyalist Latin Amerika’da da aynen yaşanmıştır. Ortaya çıkan ‘‘banka batması salgınını’’, teorik temeli sağlam bir ekonomik modelle tedavi etmeliyiz. Bu Tantan”’ın veya defterdar Zekeriya’nın yapabileceği bir iş değildir.

Adalet Hanım: Efendim, bir yandan meselenin ekonomik yönüyle bilimsel bir şekilde uğraşırken, diğer yandan karmaşa ortamını fırsat bilen kötü niyetli ve utanmaz banka sahibi girişimcilerin sebebiyet verdikleri ziyan ve zararları bu kişilerden tahsil etmeye çalışmak şarttır. Onlara ‘‘yardım ve yataklık eden’’ özel sektör ve kamu bürokratları da cezalarını çekmelidir. İşin bu yönü, tahsilat bakımından çok fazla sonuç getirmese bile, yeni nesillere ‘‘ibret teşkil etmesi’’ bakımından son derece önemlidir.

Hurşit: Adalet Hanım bugün sözünü sakınmıyor vallahi. Peki bu “utanmaz” banka sahiplerinin yanındaki profesyonellerin hiç mi suçu yok?

Prof. İhsan: Olmaz olur mu? Allah, insanın gözünü doyursun. Karın doyması, gözün doymasına nazaran çok kolay. Lüks hayat hevesi, maalesef birçok kişinin baştan çıkmasına sebep oluyor. İnsan yine aynı insan. Biri muhteris patron diğeri muhteris profesyonel. Ortada 3 tane genel müdür Sami, Şükrü, Esat ve yakın dostları Avukat Doğanay var. Toplam 10 bankayı batırmışlar. Bankacılık kesiminin, uzun süredir berbat bir yolda ilerlediğini hepimiz biliyorduk. Ancak benim bu toplantılarda aktardığım eleştirilerimde bakış açım, bankacılık düzeninin ve uygulamalarının sakatlığı üzerineydi. Bu düzenin, suiistimallere çanak tuttuğunu ve ekonomide verim düşüklüğüne sebep olduğunu vurguluyordum. İşin soygun boyutlarını bilmiyordum. Şimdi herkesle birlikte öğreniyorum.

Hurşit: Vatandaş bu hercümercin içinde sorunun ilk nasıl başladığını pek anlamadı da zaten. Halbuki ben kendimi bildim bileli bankalar batar.

Güven: Efendim, Hisarbank ve İstanbul Bankası olayları farklıydı. Devlet faizi serbest bırakma kararı almış, vatandaş yüksek faize balıklama atlamış ve siyasilerin müsamahası banker olayını zirveye çıkarmıştı. Banker olayı banker ve banka iflasları ile sonuçlandı. Burada askeri dönemde askere fikir veren bürokrat ve politikacıların büyük kusuru vardır, ihmal suçu işlemişlerdir. 1994 batakları ise tam ne oldukları anlaşılamadı. İplerini Tansu Hanım çekmişti ama içleri ne durumdaydı hiç bir zaman bilemedik. Olan Cin Atilla ve ekibine oldu. Bir daha iflah olamadılar.

Selahattin: Peki Hoca şimdi ne diyorsun?

Prof İhsan: Gördüğüm kadarıyla batık bankalar sorununu yaratan ve ekonominin vücudundan kovulması gereken dört mikrop var. Birincisi, devlet bankalarının kredilerinin, siyasiler tarafından yandaşlara peşkeş çekilmesi. suiistimallerin ana kaynağıdır. İkincisi, Özelleştirme, devlet işletmelerini en yüksek fiyata satarak, devlete gelir yaratma değildir. Amaç, ekonominin verimini artıracak yeni bir ‘‘yapılanma’’ya geçmektir. Hele hele, esas varlığı ‘‘mevduat toplama ruhsatı’’ olan içi boş bankaların, TV kameraları önünde açık artırmayla satılması, tam bir şarlatanlıktır. Üçüncüsü, Banka batması denilen olay, esasında bankanın kredi verdiği şirketlerin batmasıdır. Açtığı kredileri, faiziyle birlikte geri alamayan banka batar. Sebep, kredi borçlusu şirketlerin çoğunun faizi ve borcun aslını ödeyecek kar etmemesidir. Bunun da nedeni kar oranlarıyla kıyaslanamayacak denli ‘‘yüksek faiz’’dir. Sonuncusu da kredi kullanan müteşebbisle, halktan mevduat toplayan bankacı ‘‘aynı kişi’’ olamaz. Sonra kol kırılır, yen içinde kalır. Yen içinde gizlenen kırık da tedavi edilemez. Bu tespitim batan bankalar için de geçerlidir, Müteahhit veya sanayiciler için de, Holdingleşmeye çalışan büyük bankalar için de. Üstelik yeni Bankalar Kanunu ile bu tür yeni bataklara daha geniş imkanlar hazırlandı.

Güven: Efendim İhsan Hoca çok güzel özetledi. Bakan her banka aynı sebepten batmıyor. Talihsizlik, belki de talih, Murat Demirel’in soygun filmi oldu. Dalton’ların soygun sahnesi gibiydi. Bilirsiniz Amerikanın vahşi batısında geçen çizgi filmlerde görürüz. Vatandaş getirir parasını vaya altınını bankaya yatırır. Veznede Dalton’lardan biri durur. Parayı alır, bir çuvala tıkar, paravanın arkasında bekleyen diğer Dalton’a aktarır, o da parayı alır, sıvışır. Bankaların batmasının tek sebebi, banka sahiplerinin bankanın içini boşaltmaları değildir. Her batan bankanın arkasında, batağa saplanmış onlarca, hatta yüzlerce şirket vardır.

Hurşit: Ne yani, Sabah grubunun, Etibank yüzünden zora girdiği doğru değil mi?

Güven: Tam aksine, Etibank, başta Sabah grubuna olmak üzere, verdiği kredilerin faizleriyle birlikte ödenmemesinden zora girmiştir. Gözü kara girişimciler yüksek enflasyona güvenip borçlanırlar. Ancak yüksek enflasyonun sebep olduğu ‘‘reel yüksek faiz’’ ise, işadamının ayağına bağlanmış bir çift gülledir. Bunu batarken hissederler.

Prof.İhsan: Bu ülkede televizyon-gazete dağıtım şirketi-banka-üretim şirketi mülkiyeti birbirine karışmış durumda. Bu mülkiyet zincirini bir iki yerinden koparmadan ülkede diz boyu olan pisliği ortadan kaldırmak mümkün değildir. Bütün bunların sonucu olarak bazı patronlar gazete ve televizyonu kılıç olarak kullandığından, diğer bazı patronlar da, istemeye istemeye de olsa, sonunda medyayı kalkan olarak sahiplenmeye mecbur olmuşlardır.

Selahattin: Bu arada bir çok dostumuzun çok zor durumlara düştüğünü gördük. Çok üzüldük. Dinç Bey bu durumlara düşmemeliydi. Nail ile gençliğimizde çok anımız vardır. Bakalım içerden sağ çıkabilecek mi? Sağlığı çok bozuk. Neyse dediğin gibi belki de böylesi daha hayırlı bizim emekliliğimiz memlekette bir dönemin kapanmasına denk gelir.

Prof. İhsan: Peki yeni yönetim konusunda karar verdiniz mi?

Selahattin: Ortaklarımla görüşüyorum. Cem ve Aslı bayrama dönmüş olacaklar. Aile meclisinde de durumu değerlendireceğim. Danışmanlarımızın önerdiği modeli uygulayacağız da, ani geçiş mi yapalım, tedricen mi olsun onları tartışıyoruz.

Prof.İhsan: Yeni yönetimin oluşmasına kadar buradayım. Sonrasında da, yıllardır beklettiğim kitabı yazmak için ben de izninizi rica edeceğim.

Selahattin: Onların hepsini daha konuşuruz. Apar topar olmaz. Hepinize emekleriniz ve muhabbetiniz için çok teşekkür ederiz. İftarla karışık bir veda yemeğimiz olacak. Sohbete orada devam ederiz.

Globus’un 2000 Aralık sayısında Nihat Baran ismi ile yayınlanmıştır.