2010’un ilk yarısında Şirket Satınalmaları Piyasası


Bugün 24.08.2010 Bloomberg TVde benimle yapılan bir roportajda söylediklerim ve vakit kalmadığı için söyleyemediklerimi aşağıda okuyabilirsiniz.

Dünyada şirket satınalmaları piyasası yılın ilk 6 ayında 5000’in üzerinde 880 milyar dolar’lık satınalma işlemi ile geçen senenin %14 üstünde gerçekleşti. Bu işlemin adet olarak %25’ini (775 satın alma, 478 satış) Özel Sermaye fonları gerçekleştirdi. Bu rakkamların içinde Çin gibi bazı kapalı ekonomilerde ülke içinde yapılan gizli kapalı işlemlerin dahil olmadığını düşünürsek, işlem hacmini belki de 1 trilyon dolar olarak görmek gerekir.

Mega işlemler –milyar doların üstü- çok görülmüyor, tam aksine avrupa çağında orta boy kabul edilen, 250-500 milyon dolar seviyesindeki işlemler çoğunluğu oluşturuyor.

İşlem kaynağı olarak neleri görüyoruz:

-cebi sağlam, rakibini satın almak isteyen, asya veya brezilyada büyümek isteyen kurumlar

-sermaye sıkıntısı çeken, yeniden yapılanma içindeki bankalar

-topladıkları fonları yatırmak zorunda olan özel sermaye şirketleri

-özelleştirmeler

-krizde sıkıntıya düşen ve sağlam yatırımları elden çıkarmak zorunda olan fonlar

Piyasada eskisine oranla çok problemli şirket var, alıcı/yatırımcı arayan. Ama  bu problemli şirketlerden alacaklı banka ve kurumların  razı olmaya hazır oldukları fiyatlar henüz problemli bir şirketi alıp, yeni bir yönetim oluşturup, işletme sermayesi yaratıp, pazara geri dönmenin riskini kaldıracak kadar düşmemiş durumda.

Sektör olarak, enerji&dağıtım, telekom, tüketici, finans, sanayi bu işlemin %90’ını gerçekleştirdi.

Türkiye’de de enerji başı çekerken, finans ve telekom ikinci ve üçüncü sırada yer aldı.

Sene başında yatırım bankalarının şirket satınalma piyasasına yönelik beklentileri çok iyimser iken 6 ay sonunda geldiğimiz noktada, bu seneye de kayıp yıl olarak bakılıyor. Yunanistan ve diğer akdeniz ülkelerinin dış borç krizi ve piyasalardaki volatilite, büyüme iştahları olan şirketlerin yönetim lerine fazla cesaret vermediler.

Avrupada ise düşüş var. İlgi yükselen pazarlara. Çin-Hindistan ve Brezilya önderliğinde Latin Amerika’ya. En büyük işlem de Meksika’daki telekom evliliği. 28 milyar dolar.

Avrupada ilk 6 ayda 262 milyar dolarlık işlem olmuş. Geçen senenin %5 altında. Sağlık ve tüketici sektörlerinde nispeten canlılık görüldü. Avrupalı şirketler bilhassa ABD’de de satınalmalar yaptılar. Yılın ikinci yarısı da fazla umut vermiyor. Borsaların düşük gitmesi ve genel ekonomik belirsizlikten ötürü. Halbuki düşük kur, avrupa şirketlerini ciddi satın alma hedefi haline getirmiş durumda. Sadece global olarak da güçlü veya yükselen ekonomilerde ciddi varlığı olan Avrupa şirketleri için talep olabilir. İlaç şirketleri büyük gelir getiren patentlerinin süreleri doldukça, yeni patentleri olan şirketleri almayı büyümenin gereği gibi görüyorlar ve bu devam edecek gibi gözüküyor.

Yapılan işlemlerin finansmanı da farklılık arzediyor. Eskiden önemli oranda kredi ile yapılırken bu sene ortalama borç finansmanı oranı %50’yi aşmıyor. Şirketler ya krizde biriktirdikleri kaynağı ya da sermaye artırım yolu ile sağladıkları kaynakları kullanıyorlar.

İki yıldır büyümeyen şirketlerin üzerinde ciddi yatırımcı baskısı var. Onlar da şirket satın almayı bir yıl öncesinden daha fazla gündemlerine almış durumdalar. Bir çok büyük şirket hala ülke ekonomileri hakkında karışık fikirlere sahip olsa da krizden çıkışta ciroları büyütecek stratejik satın almaların en doğru yol olduğu fikrinde. Hedefledikleri şirketler öncelikli olarak pazar payını artıracak ve büyüyen pazarlara erişim sağlayacak şirketler oluyorlar.

Ancak bu sefer daha odaklanmış gözüküyorlar. Kriz öncesi şirket satınalmaları pazarına göre bugün alıcılar almak zorunda olduklarını alıyorlar. Çok uzun vadede üstünlük sağlayacak satın almalara genellikle sıcak bakmıyorlar.

Burada da zamanlama önemli.

Erken alırsanız, ilk bir kaç yılda ödediğiniz parayı çıkarmak bir yana üste para koymanız gerekebilir, eğer gecikirseniz ödemeniz gereken fiyat artabileceği gibi rakiplerinizin de aynı şirketi satın almak istemesi sonucunda, hiç alamayabilirsiniz de…Halka açık şirketlerin yöneticilerini de en çok endişelendiren konu budur. Önemli bir hedefi rakibe kaptırmak ve göreli pazar payını kaybetmek. Geç kalacağına erken davran. Bugünlerde yaşadığımı işlem ve fiyat artışının bir izahı da bu psikolojidir. Siz almaya hazır olduğunuzda almak istediğiniz şirket çoktan düğünü yapmış olmamalıdır.

Tüketim malları üreten şirketlerin yeni pazarlara açılmasının en çabuk yolu yükselen ekonomilerde şirket satın almak olarak görülüyor.

İşlem sayısı bu iştaha oranla fazla artmamış gözüküyor. Ana neden almaya değer şirket sayısının fazla olmaması. Avrupada yapılan işlemlerin önemli bir kısmı problemli şirketlerin ehven fiyatlardan el değiştirmesi veya problemli şirketlerin sahip oldukları kaliteli varlıkları elden çıkarma ihtiyacı nedeni ile olmuş durumda. Bilhassa finans sektörünün içi ve civarı bu tür işlemlerden oluşuyor.

Gıda, sağlık, destek hizmetleri, enerji dağıtım gibi sektörler çok revaçta. Krizde de ciro dayanıklılıkları olduğu için…sağlam kontratları olduğu için….müşteri bağımlılığı oluşturdukları için….

Özel sermaye şirketleri de kısmen krizden önce topladıkları yaklaşık 1 trilyon doların üstünde oturuyorlar. Onların da yatırım yapmaya ihtiyaçları var.

İştah ortada ama 2 büyük engel de hala orada duruyor.

  1. Satın alma finansmanı çok zorlaştı. Alıcı ile satıcı arasındaki fiyat uçurumu da henüz kapanmadı. Örneği kriz öncesinde bir özel sermaye şirketi işlemin %80’i için borç finansmanı bulabilrken şimdi bu rakkam azami %50.
  2. Şirketinin diğerlerinden daha iyi olduğunu düşünen satıcılar, nerdeyse kriz öncesinden daha iyi fiyat beklentisine girmiş durumdalar. Kriz dolayısı ile iyi fiyata şirket almak için alışverişe çıkan alıcılar ise şaşkın.  Almak istemeyecekleri şirket ölü fiyatına, almak istedikleri ise çok pahalı…

2010 ve sonrasında kesin olan bir şey satınalmaların finansmanında daha fazla sermaye daha az borç göreceğiz. Bu piyasanın alıştığı likidite fazlasını herhalde 5 yıl daha görmeyiz.

Soru: “Kriz fırsattır” diyerek aynı sektörde çalıştığımız bir şirketi satın aldık. Her şey çok kötü gidiyor. Bana öyle geliyor ki bu şirketi ya sıfırdan kuracağız ya da kapatacağız. Öğrenmek istediğim şey, satın aldığınız şirket gerçekten “sizin” olabilir mi? Olursa ne zaman olur?


Şirketi satın alırken ne kadar derin inceleme yaparsanız yapın, aynı sektörde birbirinizi yıllardır tanıyor olsanız bile iş hayatının en zor konu başlıklarından biri “ birleşme sonrası entegrasyon” dur. Bu konuda yazılmış kitap ve makalenin sayısının fazla olmasının sebebi bu işin doğrusunu kimsenin bilmemesinden kaynaklanmaktadır. Tam anlamıyla yönetim bilimi ile yöneticilik sanatının kesiştiği gri bir alandayız. Buradan en az hasarla çıkanlar da marifeti tecrübe ve üst düzeyden yönlendirmede buluyorlar.

Yapılan araştırmalar gösteriyor ki; tüm birleşmeler, istisnasız, sancılı oluyor. Araştırmacılar 3 ana neden tespit etmişler:

Birincisi liderlik boşluğu. Üst yönetimin oluşturulmasının veya atanmasının gecikmesi. Oluşan üst yönetimin karar almaması veya alamaması durumu.

İkincisi aldığınız şirketin değerlerini katletmeniz. Evet, bir kurumun en değerli varlıkları çalışanları ve müşterilerdir. Maalesef, bir şirket birleşmesinde ilk hedef masraf kısmak olduğu için bu uğurda büyük hatalar da yapılıyor. Ya da entegrasyon sorumlusu mevcut kadroyu tanımak, onlarla çalışmak yerine çoğunlukla kendi ekibini kuruyor. Bu arada “kellesi giden”, devralınan şirketin yöneticileri oluyor. Bu doğrudan müşterilere yansıyor. Ya ilişki kopuyor. Ya da müşterinin alıştığı hizmet kalitesi ister istemez aksıyor. Devralanın genel kalite düzeyi daha üstün olduğu durumlarda dahi dışarıdakilerin algılaması bu şekilde oluşuyor.

Son neden ise inatçılıktır. Bir şirketi devralmaya karar verdiğinizde geçerli olan faktörler ister içsel olsun ister dışsal, mutlaka zamanla değişir. Ancak siz ilk planınıza sadık kalmak uğruna konjonktürle inatlaşırsanız kendinizi de devraldığınız şirketi de boş yere zorlarsınız.

Bir şirketin başka bir şirketi devralması uzun bir süreçtir. Devralacak şirket patron şirketi dahi olsa inceleme ve karar sürecinde içeride veya dışarıda bir çok kişinin ve kurumun ikna edilmesi gerekir. İkna edebilmek için güzel senaryolar yazılır ve oynanır. Bu senaryoya en başta da yazanlar inanır. Her şeyin “tereyağından kıl çeker “ gibi sıkıntısız ve rahat olacağına kendilerini ve çevrelerini inandırırlar. Devirden sonra işler senaryoya uygun gitmediği zaman bunu itiraf etmek, pozisyon değiştirmek ve yapılan işin hatalı olduğunu kabul etmek çok zordur. Patron için ayrı zordur profesyonel için ayrı….

İki firma birarada çalıştığı zaman çıkması beklenen enerji türüne “Sinerji” adı verilir. Kısacası “iki artı iki 4 değil, en az 5 hatta 8” etmelidir. Yoksa iki şirketi birleştirmenin anlamı yoktur. Kendi yollarına gitmeleri her ikisi için de, piyasa için de daha hayırlı olacaktır.

Bu “sinerji” denilen şey “van gölü canavarı” gibidir. Herkes konuşur ama kimse de kendi gözleriyle görmemiştir. Hazırlık safhasında sanal ortamlarda çok rahatlıkla “anime” edilebilen bu sinerjiyi gerçekten yaratmak ciddi bir analiz ve yönetim tecrübesi gerektirir. Genellikle piyasa şartları ciddi bir analiz yapacak zamanı bırakmaz. Devraldıktan sonra “entegrasyon yöneticisi“ olabilecek insanı bulmak da ayrı bir sorundur. Dışarıdan olması tercih sebebidir ancak aramaya başlamak için birleşmenin gerçekleşmesini beklerseniz çok gecikirsiniz. Erkenden alsanız bu defa da birleşme gerçekleşme riskini alıp da mevcut işini bırakıp da gelecek veya sizden haber bekleyecek iyi yönetici bulmak da kolay değildir.

Beklenmeyen bir çok olay olur. Devirden sonra farkedersiniz ki aldığınız şirketin en cazip tarafı esasında en zayıf olduğu nokta imiş… Sizin 3 aylık eğitimle transfer etmeyi düşündüğünüz müşteri bazlı ürün geliştirme metodlarınız hiç işe yaramıyor. Niye mi? Müşterileri sizinkilerden çok farklı da ondan. Kendi müşterilerinizde var olmasına alıştığınız bir çok imkan burada yok. Ne kadar garip değil mi?Şirket el değiştirdiği için masrafları kısmayı umarken bir de bakmışsınız ki masraflarınız artıyor. Arsa sahibi veya mağazanın mal sahibi el değiştirmeyi fırsat bilip kirayı arttırır. Bir çok “koordinatör” ünvanlı insan türer organizasyonunuz içinde. Baştan bunlara “geçici” gözüyle bakarsınız. Biraz sonra gözünüz alışır. Bir müddet sonra da kadrolu olurlar. Hukuki masraflar daima düşündüğünüzden fazla olur.

Bu tür birleşmeler ekonomideki veya sektördeki dönüşümle hızlanır. Kendi şirketinizde bu tür değişiklikleri karşılamaya veya atlatmaya alışık ve muktedir olmanız aynı başarıyı devraldığınız şirkette de göstereceğiniz anlamına gelmez. Teknoloji, insan kaynakları ve süreçler alıştığınızdan farklı olunca aynı başarı formüllerinin işe yaramadığını görürsünüz.

“Parayı bastırdığınız” için şirketin “ruhunu” da satın alabileceğinizi düşünüyorsanız çok yanılırsınız. Bu çok meşakkatli ve çoğunlukla da kadroların tamamen değişmesiyle sonuçlanan bir süreçtir. Günün sonunda iyi liderlik vasıfları, yönetim bilgisi ve tecrübesi size doğru yolu gösterir.

Soru: Şirket birleşmeleri artan bir hızda devam ediyor. En son Advantage Kart’ın el değiştirdiğini duyduk. Bu evlilik yürür mü?


Önce kısa cevap. Advantage işi yürür, hem de tüm şüpheli bakışları şaşırtacak kadar güzel yürür.

İki şirket neden birleşir? İki ana başlık altında toplayabiliriz. Birincisi “dış” sebepler, ikincisi “iç” sebeplerdir. Dış sebeplerin başında, ‘‘borsa değerini arttımak’’ gelir. Dış borsalardan biliyoruz ki; piyasaların “olumlu” karşıladığı birleşmelerde birleşen şirketlerin birleşme sonrası toplam değeri, birleşme öncesi ayrı ayrı değerlerinin toplamından %40-%50 kadar yukarda oluşuyor. Bu şekilde her iki şirketin ortaklarının servetleri bir gecede arttmaktadır. Kapitalizmin şirket yöneticilerine öğrettiği en temel hedef ‘‘ortakların servetlerini büyütmektir’’. Servetler arttığı müddetçe ortaklar birleşmelere sıcak bakmaktadır. İkinci dış neden, özkaynak ve borç kaynak maliyetlerinin düşürmektir. Bu da rekabet üstünlüğü sağlamaktadır. İç sebepleri de şöyle sıralayabiliriz.

1. Ciroyu artırmak,

2. Kar’ı artırmak,

3. Riskleri dağıtmak,

4. Rakibi ortadan kaldırmak

5. İşlem maliyetlerini düşürmek,

6. Teknolojiye yatırım yapabilmek.

İşin temeli ise şudur.

Globalleşen piyasalarda sadece global şirketler ve onlarla mücadele etme yeteneğine sahip yerel şirketler yaşayabiliyor. Globalleşme, büyüklere ait bir oyundur. Küçükler ayaklar altında kalıp ezilebilir. Bankacılık ve kredi kartları piyasası dünyada doygunluk seviyesine gelmesine rağmen ülkemizde henüz büyümektedir. Bu da yabancıları ülkemize çekmektedir. Dünyada ise bu alandaki evlilikler hızla devam etmektedir.

Bankacılık ve kredi kartı işleri ciddi büyük operasyonlardır. İşlem maliyetleri karlılığın anahtarıdır. Teknoloji yatırım değil masraftır. Birleşmeler bu maliyetleri azaltmaya ve pazar paylarını konsolide etmeye yöneliktir. Pazarlama açısından ise ürün çeşidini arttırmak gerekir. Alışveriş kartı ile bankacılık hizmetleri birleşmektedir.

Birleşmelerde problemin ilk çıktığı yer “birleşik merkez kadroları” dır. Merkez kadrolar çoğu zaman büyük masraf merkezleri olduğu için kar merkezlerinde yaratılan değerleri yerler. Birleşmiş şirketler ne kadar küçük merkez kadrolarla idare edilebilirse, sistemin değer yaratma ve dolayısıyla başarıya ulaşma şansı o kadar büyük olur.