Öne çıkan

“Yol Yakınken”


Yol Yakınken” ilk haftasında Remzi Kitabevinin online satış mağazasının da yer aldığı Trendyol platformunda “iş yönetimi” kategorisinde ilk sıraya çıkmış.

Kitabın ilk aşamasından itibaren destek olan herkese, network’üyle paylaşarak, diğer sosyal mecralarda duyurarak katkıda bulunan ve nihayetinde kitabı edinen herkese çoooook teşekkür ederim. 🙏

Eminim daha gidecek yol var ve sizlerin yorumları ve paylaşımları ile dünden yakın.

Değerli yorumlarınızı da bekliyorum. Bunun için ayrı bir email adresi de oluşturuldu. yolyakinken@outlook.com.

Kitap hakkında bir fikir vermesi için önsözü diyebileceğim “okumaya başlamadan önce” başlıklı yazıyı buraya alıntılıyorum.

OKUMAYA BAŞLAMADAN ÖNCE…

Elinizdeki kitap, 1980’li yıllardan itibaren edindiğim tecrübeyi paylaşma niyetiyle yazıldı. Elbette burada değindiğim yönetim meselelerinin tümünün çözümünü tek bir kitaptan veya bir demet öneriden beklemek doğru olmaz. Öyle olsaydı, çok satan yönetim kitaplarında, iş dünyası dergilerinde, konferanslarda ifşa edilen sırları, sihirli formülleri okuyan her yönetici ve onun yönettiği şirket başarılı olurdu. Öncü şirketlerin uyguladığı yönetim prensiplerini aynen uygulayan, kurguladığı süreçleri kendi bünyesinde işleten, sahip olduğu teknolojiye yatırım yapan her şirket benzer sonuçlar elde ederdi. Kazın ayağı öyle değil.

Lakin bu kitapla öğrendiklerimi aktararak benden sonra bu konulara kafa yoracak olanlara yardımcı olabilme umudum hayli yüksek.

Beni bu tecrübeleri bir kitapta bir araya getirmeye iten şey, yıllar boyu iş hayatında gördüğüm ve bana rahatsızlık veren, üstelik çözümü de zor olmayan konuların yarattığı “yazmasam olmaz” duygusu ve çevremden gelen yüreklendirme oldu. Blog’umda ve LinkedIn’de yayımladığım yazıları gözden geçirip yeni yazılarla bir araya getirerek yolun başındakiler için bir kılavuz oluşturmak istedim, ki uğraştıklarına değecek işler yapabilsinler.

///

Bu kitabın okuyucusu beni farklı mecralardan tanıyabilir. Tanımayanlar için kısaca…

Bir bankada (Odeabank) ve kurucusu olduğum iki finans kuruluşunda (Tam Finans Faktoring ve Dünya Varlık Yönetim) yönetim kurulu üyesiyim. Patronlara, yönetim kurullarına danışmanlık yapan bir danışmanlık şirketinin de (Reform Kurumsal Danışmanlık) kurucusuyum.

Son icra görevim, bir varlık yönetim şirketini (LBT Varlık ismiyle başlayıp, birleşmeler ve satın almalarla yıllar içinde ismi önce Turkasset, sonra Hayat Varlık ve nihayet Dünya Varlık olarak değişen) kurup büyütmek ve on yıl CEO’luğunu yapmaktı. Burada yirmi beş yönetici ve beş yüz uzmandan oluşan harika bir takım oluşturma fırsatı buldum. Bu takımla on yıl boyunca her sene %20 büyüdük ve sonunda sektörün lideri olduk.

Müşteri merkezli yönetimi bu sektöre uyarladık ve dünyada ilk defa Harvard Business School’da vaka çalışması olduk. Veri bazlı karar sistemleri kurduk, bu sektörde çok yaygın olan içgüdüyle yönetim zehrinden kurtulduk.

Yüz binlerce vatandaşı finansal özgürlüğüne kavuşması için destekledik. Beş yılda üç defa “Great Place to Work” (Harika İş Yeri) ödülünü aldık. Son iki senede

%20’nin üzerinde sermaye getirisi sağladık. Benden sonra farklı bir yönetimle yine başarılı bir şekilde yola devam ediyor. 

2019-2020 yayın döneminde Bloomberg HT TV’de 27 bölüm olarak yayınlanan “Tecrübe Konuşuyor” adlı programı hazırladım ve sundum. Bu maceraya ve gözlemlerime bu kitapta geniş yer verdim.

Açık Radyo’da yedi yıl program yaptım: Önce “Dünyanın İşi” adıyla monologlar, sonra da Metin Aktay ve Nüzhet Atabek ile her hafta bir konuk davet ederek yaptığımız “Harvard Square.”

Bilgi Üniversitesi’nde dört dönem Tasarım Yönetimi Sertifika Programı’nda ve üç dönem de Performans Sanatları Yönetimi Bölümü’nde Çağdaş Pazarlama Stratejileri, Mimarlık Fakültesi’nde EMBA çerçevesinde iki dönem Liderlik ve Yönetim derslerini verdim.

Yıllarca futbol oynadım. Üst düzey oynayacak kadar iyi olamadım. İki sene hakemlik yaptım, sonra bıraktım. Futbol yıllar sonra beni keşfetti. 2005’te Futbol Federasyonu için yaptığım ve hâlen kullanılmaya devam eden yayın haklarının takımlara dağıtılması modeli ve 2010’da yaptığım Süper Lig kulüplerinin mali sıkıntılarını halletmeye yönelik çalışma, üst düzey futbolcu olsam yapamayacağım katkıyı yapmıştır.

///

Bu kitap bir anı kitabı değil. Olan biteni not alarak yaşayanlardan değilim. Burada okuduklarınızın tamamı bizzat yaşayıp, kendime göre çıkardığım sonuçların bugün hatırladığım hâli. İnsan hafızasının ne kadar yaratıcı ve de yanıltıcı olabildiğini yaşayarak öğreniyoruz.

Bildiklerimi yazdım sadece.

Kitabın ilk bölümünde şirketlerdeki temel yönetim problemlerini ve çözüm önerilerimi anlatıyorum; dara düşen şirketler alanında yaptığım çalışmalardan edindiğim izlenimleri ve çözüm önerilerimi bir araya getiriyorum. Değer nasıl yaratılır, kaynaklar nasıl doğru kullanılır? Yıkım kaçınılmaz mıdır, yoksa öngörülebilir mi? Bu sorulara yanıt arıyor ve önerdiğim yaklaşımı açıyorum: yeniden, sıfırdan düşünmek, yani YES.

İkinci bölümde, yıkılanı yeniden yapmanın yollarına değiniyorum. Krizler yeniden yapmak için birer fırsat mıdır? Efsanelerin geri dönüşü muhteşem olur mu? Yeniden yapılandırma nedir, nasıl yapılır? Sıkıntıya düşen şirketlerin buradaki önerilere pek kulak asmayacağını bilsem de bu alanda çalışan akademisyen ve araştırmacılara faydası olması umuduyla “yeniden yapılandırma” yaklaşımımı paylaşıyorum.

Üçüncü bölüm liderlik kavramına odaklanıyor. Kaçınılmaz olduğunu düşündüğüm “yenilenme”nin veya reformun baş aktörleri olmalarını beklediğim liderler hakkındaki düşüncelerimi “Tecrübe Konuşuyor” televizyon programını yaparken aldığım notlarla beraber aktarıyorum.

Dördüncü bölümde, profesyonellerin yönetimi ve iletişim alanında yöneticilere faydalı olacağını düşündüğüm pratik önerilerimi bir araya getirdim. Bu bölüm yeni yöneticilerin özellikle İnsan Kaynakları alanında takıldıkları konularda başvurabilecekleri bir başucu kılavuzu niteliğinde.

Beşinci bölümde sunduğum aile şirketleri ve ortaklıklar konusundaki basit ve ezber dışı önerilerimin, birçok aile şirketinin kuşaklar boyu devam etmesi için önemli olduğuna inanıyorum.

Altıncı bölümde ise Türk şirketlerinin değer yaratma yolculuğunun neresinde durduklarını sorguluyorum. 2023’ten geleceğe baktığımda gördüğüm tabloyu paylaşıyorum.

Son 20 yılda yeni kuşak şirketlere ve teknoloji girişimlerine yatırım yaptım; bu vesileyle yeni kuşak girişimciler ve start-up ekosistemiyle tanışma ve öğrenme fırsatı buldum. Bunların yansımalarını da farklı bölümlerdeki yazıların satır aralarında bulabilirsiniz.

Kitapları sonra tekrar dönüp okuyacağımı hissettiğimde renkli kalemleri yanıma alırım; çizerek, boyayarak okurum. Umarım bu kitap da sizler açısından not alınarak okunan, ihtiyaç duyuldukça geri dönülen bir kaynak olur.

Gerisi size kalmış.

Reform yapmak, yenilenmek istemiyorsanız, dünyadaki hiçbir kitap size yardımcı olmayacaktır, malum.

İstanbul, Mart 2023

Öne çıkan

Aile şirketlerinin kaçınılmaz dönüşümü


“Aile şirketleri” pazar araştırmasına veya veri analitiğine dayanarak değil, içgüdü ile “gözü karartarak”  kurulur. 
Kısa zamanda kardeş sayisi kadar iş koluna girilir. Geleneksel ve yöresel iş yapanlar ve bununla yetinenler uzun ömürlü olur.
Teknoloji, insan, sermaye, borçlanma, marka, itibar ve yönetim becerisi gerektiren işlere girenlerin çoğu başarılı olamaz.
Başaranların bir kismi “reddedemeyecekleri bir teklif” aldıkları için bir kısmı da sonraki nesillere problem değil sermaye bırakmak için işlerini satarlar. 
Çıkma fırsatı bulamayanlar, çıkmayı reddedenler, çıkarsa ne iş yapacağini bilemeyenler mücadeleye devam eder. 
Profesyonel bir yönetim ekibi ve kurumsal yönetim düzeni oluşturamayan ve ortamı gelecek nesillere hazırlayamayanlar da yok olur

…..

Neden 3. nesilden öteye geçmek zor?

Dünya büyür, değişir, karmaşıklaşır.
Teknoloji, globalleşme, göçler, nüfusun yaşlanması, çevre, iklim sorunları, pandemi, savaş…
Kurucular yaşlanır, girişimci vizyonu söner.
İşler büyür, karmaşıklaşır. Riskler artar.
İşler büyümez, yaşlanır. Pasta ufalır. 
Aile büyür, değişir, karmaşıklaşır. Daha iyi eğitim almış, daha donanımlı, teknoloji ile barışık, kariyer, aile ve yaşam hedefleri açısından farklı düşünen, farklı ülkelerden, farklı ırklardan, farklı dinlerden gelenlerle yeni bir Aile. 
Hissedar sayısı arttıkça ve gençleştikçe farklı dinamikler oluşur.
İlk evrede kurucunun çocukları “kardeşler koalisyonu” kurar. Bir çok şey kendiliğinden çözülür, fazla düşünülmez. 
Aile dışından kurucular varsa, birden fazla “kardeşler koalisyonun” birlikteliği doğar ve sıkıntılar henüz üçüncü nesile geçmeden bu evrede bile hissedilir.
Sonra üçüncü nesile, “kuzenler koalisyonuna” sıra gelir. Bölünme, parçalanma esasen bu evrede olur.

…..

Birinci nesil için çok mu geç?

Şirketlerin nesiller boyu yaşayamamasının nedenlerinden birisi de kurucu neslin gelen yeni nesillere devir konusunu ciddiye almamaları oluyor. 
Şirketlere aktif yönetim kurulları kurabilir. Dışarıdan, en az 2-3 kat büyük işleri yönetmiş insanları yönetime eşit sayıda alır. 
Borsada halka açılıp, hem aileye likidite verebilir hem de sürdürülebilir bir yapı kurabilir.
Aile Ofisini kurabilir, Aile içi destek ve dayanışmayı artırabilir.
Aile Meclisini çalıştırır, Aile içi iletişimi artırır.
Yönetimi profesyonellere devredebilir. Onlara, hisse opsiyonları verebilir.
Yatırım portföyünü çevik yönetime geçirebilir, büyümeyen, getirisi düşen bugün olsa girmeyeceği işlerden çıkıp, yüksek getiri potansiyeli olan işlere girebilir. 
Yalnız başına hiç bir işe girmez ortaklarla girer. Ortak bulamadığı işlere girmeyebilir. 
“Daha az kontrol daha çok işbirliği” fikrini benimseyebilir. Start-up fonları, melek yatırımcı ağları, private equity fonlarına yakın durur, beraber hareket etme fırsatları kollar. 
İşlerinde ve yatırımlarında çağın duyarlılıklarına kulak verir.

….

3 nesilde dağılmamak içim çözüm ne olabilir?

Aile Şirketlerinin nesil geçişinde dağılmaması için önerdiğim “Sihirli Çözüm”.

Re-Partnering. Yeniden, Sıfırdan Ortaklık.

Merak eden bir zahmet seyredecek artık.

Aile şirketleri hakkında yazdıkça arı kovanına çomak sokmuşum meğerse. Gelen sorular çok. Bazıları genel bazıları özel. Bazılarına “isviçreli bilim adamları bu sorunu çözeli çok oldu siz duymadınız herhalde” diyesim geliyor. Mesela “oğlumu şirketimize doğrudan yönetim kurulu üyesi olarak mı getireyim, yoksa direktör pozisyonunda mı başlasın?” sorusu buna örnek.

Oğlunuz/kızınız sizin işte çalışmak istiyor mu? Artık çoğu istemiyor, kendi işini kurmak, kendi hayatını kurmak, başka yerlere gitmek istiyor. Emin misiniz bundan?

İstiyorsa eğer önce dışarıda bir yerde 2-3 sene çalışsın, deneyim kazansın ve orada bir ilerleme kaydetsin, terfi etsin vs. (Patronun çocuğu başka patronun yanında çalışamıyor. Sektör problemleri dolayısı ile çoğu yurt dışını veya banka vb nötr kurumları tercih ediyor.)

Sonra şirketinize yönetici seçimlerinde stratejik rehberlik sağlayan bir bağımsız iş danışmanı, kendisinin şirketinizde üst düzey bir role gelebileceğine dair bir görüş versin. 

En sonda de yönetim kurulunuz ile, aile meclisinizle bu bağımsız görüşü değerlendirin. Derler ya, “kuzguna yavrusu şahin gözükür” diye. Belki de şirketiniz için doğru kişi değildir, belki de bu süreçte şirketinizin kendisi için doğru bir yer olmadığını anlar. 

Öne çıkan

Herkes kendi odasında oynasın


Toplumdaki kurumlar doğal olarak birbirine benzer. 
Devlet, siyasi kurumlar, üniversiteler, dernekler, şirketler.
En çok benzedikleri boyut içerideki güç savaşlarıdır. 

Aile şirketleri de bundan nasibini fazlasıyla alır.

Bir aile şirketinde yönetici iseniz ve aileden değilseniz, politik oyunlar olimpiyadına hazır olursunuz zamanla.
Çünkü herhangi bir şirkette oynamanız gereken politik denge oyununun yanısıra aile ile ilişkiler oyununda da başarılı olmanız gerekir.

Yabancı aile şirketleri danışmanları (ve bu danışmanların yazdığı kitaplar) aile şirketlerini 4 odalı bir ev gibi modellerler. Benim bakışım eskiden 3 odalı iken şimdilerde 3+1 olduğudur. 
Odaların birinde büyük aile yaşar. Diğerinde şirkette hissedar olanlar (veya henüz hissedar olmasalar da şirkette full-time çalışanlar) yaşar. Siz ve diğer yöneticiler de üçüncü odada yaşarsınız. Benim 3+1 dediğimde yani salonda da yönetim kurulu toplanır. Dışarıdan üyeler de olduğu için böyle bir salona ihtiyaç duyulmaya başlandı son yıllarda. 

Yöneticiler zamanla sadece kendi odasında (yöneticiler odasında) oynamayı öğrenir. Oradaki iç dengeler yeterince zorlayıcıdır, ayrıca diğer odalarda oynanan “maçların” sonucu -istisnalar kaideyi bozmaz- baştan beli olduğu için oralarda oynamak çok da heyecan vermez.

Bunun çok da kolay olmadığını yaşayanlar bilir. 
İki nedenle zordur kendi odanda kalmak. 

Birincisi, her odanın kendi iç sıkıntıları olsa da dışarıdan cazip görünen yanları da vardır. Ayrıca diğer odalardakiler zaman zaman yönetici odasındakiler ile tavla oynamayı, dostluklar kurmayı, “koalisyonlar” oluşturmayı severler de. 

İkincisi ise, yöneticilerin odasında devam eden iç politika oyunlarında güç kazanmak için diğer odalardan destek almanın da önemli ve gerekli görüldüğü durumlar çok olmuştur. Sizin de içinizden geçer diğer odalardaki oyuncular ile yakın olmak, onların desteğini almak. 
……
Benim gördüğüm, genetik ve kan bağını aşmak imkansıza yakındır. Bunu başaran nadir kişilerden biri olmaya çalışanlar değil, mesafeyi koruyanlar başarılı olur. Uzun süreli görev süresi olur.  

İhtiyacı olduğunu düşündüğü gücü ve desteği diğer odalardaki güç savaşlarına dahil olarak değil, içinde bulunduğu yöneticiler odasında kurduğu güçlü takımdan, gerektiğinde kullandığı dış danışmanlardan ve bağımsız uzman kurumlardan sağlar.

Bir de önemli olaylarda ve gelişmelerde aileyi ön plana çıkarmanın, iletişimde ailenin başarıdaki payını anlatmanın pek de zararı olmadığını söylemek gerekir. 

Kabul etmek gerekir ki yöneticiler odasından çıkıp evlilik yolu ile diğer odalara girme hakkı elde edenler ile emeklilik sonrasında salona geçenlerin durumu biraz daha karmaşıktır. Sınırlar bulanıklaşır, ilişkiler çok uzun zaman çok boyutlu olarak devam eder.

….

Daha önce de paylaşmıştım.

Bir aile şirketi patronu için “en zor karar”, işleri kendisi ile beraber (belki de kendisinden sonra) yönetecek yöneticileri bulmak ve onları yönetmektir. Aileden veya dışarıdan. 

Patronlar şirketlere müdür veya yönetici adayı alırken veya içeridekileri terfi için değerlendirirken yetkinliklerine, empatisinin yüksek olmasına, takım oyuncusu olmasına, iletişiminin kuvvetli olmasına, ilişki yönetiminde kimseyle problem yaşamamasına, iyi insan özellikleri taşımasına eskiye göre çok daha fazla önem veriyorlar. 

“Tepedeki tek adam” pozisyonu için ise tanım çok farklı ve yıllar içinde fazla değişmedi. Zor kararları almakta tereddüt etmeyecek, bu kararları alırken duygularını, çevre baskısını, hatta kendi kafasındaki edep, etik gibi baskıları geri plana atabilecek, herkese hoş görünmeye çalışmaktansa yapılması gerekeni yapacak, nazik ama acımasız, cüretkar hatta pervasız. 

“Tepe” için kendileri gibi “güçlü adam” arıyorlar.