Bankalar gerekli idari ve hukuki takip yapıldıktan sonra, anaparasının tahsili mümkün gözükmeyen, tamamına ve çoğunluğuna karşılık ayırdıkları kredileri belli bir dönem biriktirerek, paketler halinde Varlık Yönetim Şirketlerine ve genellikle ihale yöntemi ile satmaktadırlar.
Dünyanın gelişmiş ve gelişmekte olan tüm finansal piyasalarında benzer uygulamalar zaman içerisinde standart hale gelmiş olmasına rağmen, bununla yeni tanışan ülkemizde çelişkili durumlar oluşabilmektedir. Örneğin, kredi borçlularının Varlık Yönetim Şirketlerinin iletişim kurma ve erişim yöntemlerinden rahatsızlık duyması, bunların yasaklanmasını veya sınırlanmasını talep etmesi. Varlık Yönetim Şirketleri, odaklanarak, sabırla, yüksek ölçekli çalışarak ve verimi artırarak bankalardan daha iyi tahsilat yapmayı hedeflerler.Bunun için de iletişim kurma, erişim ve tahsilat yöntemlerini maliyet-getiri hesabına göre belirlerler. En düşük maliyetli iletişim kurma/erişim yöntemi ile başlayarak sonuç almak isterler. Bu da e-posta, SMS, sesli mesaj yollamak, telefon ile aramak, mektup göndermek diye sıralanabilir. Maliyetli hukuki süreçlere bu yöntemlerle sonuç alınamadığı takdirde başvururlar. Bu yöntemlerden rahatsız olarak, sınırlandırılması veya yasaklanmasını isteyenler doğrudan hukuki sürece geçilmesini, hukuki sürecin, hacizler, icra satışları vb.nin ne kadar yıpratıcı ve maliyetli olduğunu, bu maliyetlerin sonuçta kendilerine yansıyacağını hesaba katmamaktadırlar.
Bankalar ve bankaların tahsili gecikmiş alacaklarını yöneten Varlık Yönetim Şirketleri çok sıkı düzenleme ve denetlemeye tabi finansal kuruluşlardır. Etkin ve verimli bir tahsilat sistemi olmadığında bankalar kredi vermekte daha çekingen davranacak, kredi müşterisi de kredi almakta zorlanacaktır. Varlık Yönetim Şirketi de artan maliyetlerini kısmen portföy alımında-aktardığı kaynağı kısarak-bankalara, kısmen de-sağladığı kolaylığı kısarak-kredi borçlusuna yansıtacaktır.
Kredi borcunu ödemeyeni koruyan, çok yavaş çalışan, zor sonuç alınan ve maliyetli bir hukuk süreci, halihazırda bankaların ve Varlık Yönetim Şirketlerinin tahsilat verimini düşürmekte olup, geçen seçim döneminde gündeme gelen faiz affı gibi düzenlemeler, uygulanmasa dahi yarattığı beklenti ile bu verimi daha da düşürmektedir. Bu verimsizliğin maliyeti de bir yandan faizin içindeki risk primini artırarak yeni kredi faizlerine yansırken, diğer yandan da kredi politikalarının sıkılaştırılması sonucunda düşük kredi skoru olan müşteriler başta olmak üzere yeni kredi müşterilerine de istediğinden az kredi imkanı bulabilmesi şeklinde yansımaktadır. Kredi skoru yüksek ve teminat gösterebilen kredi müşterisi tahsilat veriminin düşmesinden daha az etkilenmekte ancak gençler ve yeni girişimciler doğrudan olumsuz etkilenmektedirler. Bankalardan ihtiyaç duydukları krediyi alamayanların da yapmayı düşündükleri yatırımdan vazgeçmeleri veya çok daha yüksek maliyetli gayri resmi kaynaklara yönelmeleri sonucunda potansiyel istihdam alanlarının kaybı veya vergi ziyanı olarak ekonomiye negatif etkisi olmaktadır.
Özet olarak diyebiliriz ki, kredi tahsilatına yönelik politika değişiklikleri (aflar, yeni kurallar ve sınırlamalar, maliyetler, vergi istisnaları vb.) belirlenirken çok dikkatli olunması gerekir. Görüntüde de olsa, tüketiciye, kredi borçlusuna koruma veya avantaj sağlaması hedeflenen, tahsilatı düşürecek, zorlaştıracak, geciktirecek her yeni düzenleme, kredi veren bankalara ve bankalardan tahsili gecikmiş kredileri satın alan Varlık Yönetim Şirketlerine ek maliyet getirmekte, onlar da bu maliyeti ister istemez kredisini ödeyen borçlulara yansıtmaktadır. Bu da finansal tüketici ile kredi kuruluşu arasındaki ilişkilerin modern toplumlarda geldiği seviyeden uzak kalmasına yol açmaktadır.
Sizin de fikirlerinizi merak ediyorum. Yorum kısmına yazarsanız sevinirim.