İlk Yazı -2010


Merhaba.

Bu blogda sizlerle iş hayatına ve iş insanlarına dair izlenimlerimi, analizlerimi ve görüşlerimi paylaşacağım. Bu hakkı nereden bulduğumu da kısaca izah edeyim.

25 yılı aşkın süredir aile şirketleri veya ailelerin sahip olduğu şirketlerle çalışıyorum. Bu sürenin ilk 15 senesinde profesyonel yönetici olarak içinde bulundum. Reform Kurumsal’ı kurduktan sonra 10 sene aile şirketlerinin yeniden yapılandırılması, birleşme ve satın alınması, kurumsalllaşması konularında danışmanlık yaptık. En son olarak da geçen sene Lehman Brothers’ın Türkiye’de problemli şirketlerin kredilerini bankalardan satın alarak onları yapılandırma veya tasfiye etmek konularına odaklanmış şirketini ortaklarımla satın aldım.

Bu sürede yüzden fazla aile şirketinin çoğunlukla zor, dramatik zamanlarında, yanında, karşısında veya içinde oldum.

Hisselerini satan, satamayan, satmaktan son anda vazgeçen, sattıktan sonra pişman olan patronlar….

İlk defa şirket alan, alamayan, son anda vazgeçen patronlar…

Yatırıma doymayan patronlar, yatırımdan korkan patronlar…

Mali krizde kuyruğu dik tutan patronlar, korkak-ürkek patronlar…

Kendi payıma düşenden çok fazlasını görme fırsatım oldu. Yine de bu gördüklerim ve yaşadıklarım beni tüm aile şirketleri konusunda yetkin yapmaz, bunun farkındayım, böyle bir iddiam da yok zaten. Bu blogda sizlere sadece yaşadıklarım çerçevesinde vardığım tamamen sübjektif analizimi aktaracağım. Spesifik olarak da “ameliyat masasında kalan” hastanın durumundan geriye doğru hareketle bakarak yaptığım bir analiz olacak bu.

Bir çok aile şirketimizi gerek yurt içindeki gerekse de yurt dışındaki başarıları ile izleyip gurur duyuyoruz. Ancak benim odak noktam, başaramayanlar. Yalpalayanlar… sürekli kaybedenler… veya gerektiği anda “son vuruşu” yapamayanlar.

Bu aşamada şu soruya cevap vermek gerekir.

Başarı nedir?

Bunca gördüğüm örnekten sonra benim “başarı” tanımım iki kelimelik.

Hani 9.Cumhurbaşkanımıza ithafen bir anekdot vardır…..Türkiye’nin durumu tek kelime ile özetlemesi istendiğinde o kendine has uslubu ile  “eyi” diye cevap vermiş. Cevaptan tatmin olmayan gazeteci “peki iki kelime ile özetlermisiniz” diye sorduğunda da “eyi deyil” diye cevap vermiş ya…

Onun gibi 2 kelime

Büyümeyi yönetebilmek!- (dönemine göre de “krizi yönetebilmek”)

Biraz uzatıp genişletirsek…. yönetemeyeceğin noktaya geldiğini fark ettiğinde de haysiyetli bir biçimde çıkabilmek.

Benim gözümde başarılı aile ile başarısız aileyi, başarılı şirket ile başarısız şirketi, başarılı patron ile başarısız patronu birbirinden ayıran çizgi bu kadar nettir.

Erol Aksoy ile Hüsnü Özyeğin gibi iki büyük bankacının bugün bulundukları noktalar itibarıyla aralarındaki farkı açıklayan da budur. Büyümeyi yönetememek, krizi yönetememek, daha fazla değer yaratamadığını gördüğünde de haysiyetli bir şekilde çıkmasını bilmemek/becerememek.

……………

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Sağlıcakla kalın.

Yorum bırakın