Soru: Hizmet sektöründe çalışıyoruz. Promosyon hizmetleri veriyoruz. Kriz döneminde şirketlerin önemli bir kısmı pazarlama bütçelerini kıstılar, elemanlarını çıkardılar. Şirketimiz için bir fırsat olduğunu farkediyoruz. Ancak kendilerini telefonla aradığımızda çok nadiren olumlu tepki alıyoruz. Problem nerede?


Yeni müşteri kazanmak için en zor yöntemi seçmişsiniz. Maliyet düşüklüğü herhalde sizi bu yola itti. Müşteriyi tanımıyorsunuz, tam olarak sizin hizmetlerinize ihtiyacınız olduğunu bilmiyorsunuz, onlar sizi tanımıyor, şirketinizin ne işe yaradığını bilmiyor… Daha ne problem olsun!

Telefonla temas en temel fakat en zor iş geliştirme yöntemlerinden birisidir. İşe yeni başlayan birisinin yeteneğini ölçmek istiyorsanız buradan başlatabilirsiniz. Telefonla yeni müşteri edinmeyi başarabiliyorsa hemen iş alabilirsiniz.

Yapılan hatalar genel olarak şöyle sıralanabilir:

  1. Bir mektup ile önceden kendinizi tanıtmadan veya ortak bir dostunuz tarafından bir girizgah yapılmasını ayarlamadan telefonla temasa geçmeyin.
  2. Telefonu sekreterinize bağlattırmayın. Sekreterler karşı tarafı hatta bekletmeyi fazla umursamazlar. Karşı taraf hedefteki müşteri ise böyle bir riski alamazsınız.
  3. Karşı taraf size ilk isminiz ile hitap edene kadar kesinlikle “sizli-bizli” konuşun. Samimi olmaya çalışırken “laubali” izlenimi bırakabilirsiniz. Siz onu araştırmış ve bilgi sahibi olsanız bile onun sizi tanımadığını unutmayın.
  4. Bugünlerde moda olmasına rağmen karşınızdaki kişinin tercihlerini bilmeden “kahvaltı toplantısına” davet etmeyin. Öğle yemeğine davet edilecek kadar “önemli olmadığını” ya da vaktinizin çok değerli olduğunu ima etmeye çalıştığınızı düşünebilir.
  5. Şahsi konulara girmeyin. Politika, sağlık, aile, ev, mal, mülk, tatil ve şahsi olan herşeyin fiyatı telefon konuşmasında girmemeniz gereken hassas konulardır.

Ne yapabilirsiniz?

  1. Mevcut müşterilerinizden veya ortak dostlarınızdan birinin sizi tanıtmasını ayarlamaya çalışın. Bunun yapıldığından emin olduktan sonra arayın.
  2. Samimi bir mektup yazın ve karşınızdakini sizi tanımaya/tanışmaya teşvik/tahrik edin. Bunu sağlamak için onun sektörü için anlamlı gelebilecek uygulamalardan bahsedebilirsiniz. Kendinizi anlatan bir broşür yollayabilirsiniz.
  3. Önünüzde daima güncel bir telefon listesi/takvimi olmalı. Her hafta, her ay veya 3 ayda bir arayacağınız müşterileriniz ayrı ayrı listelenmeli.
  4. İş dünyasını takip edip değişiklikleri listenize ekleyin.
  5. Telefonu elinize almadan “satranç” oynayın. Siz ona ne diyeceksiniz, onun sorabileceği sorulara ne cevap vereceksiniz?
  6. Arayacağınız zamanı iyi düşünün. Arayacağınız kişinin sekreterinden bu konuda bilgi almaya çalışın. Sabahları genelde iç toplantılarla geçer. Akşam saat 5-6 arası daha uygun olabilir.
  7. Arayacağınız kişinin alışkanlıklarını öğrenin. Ne sıklıkta seyahat eder, nerelerde yemek yer, hangi kulube üyedir? Telefonla konuşurken işinize yarayabilir.
  8. Konuşmaların zevkli ve faydalı geçmesine gayret gösterin. Ortak dostlarınız veya tanıdıklarınız hakkında “dedikodu” klasmanına girmeyecek bilgiler aktarmanın bir zararı olmaz.

Toplantı ayarlandıktan sonra da kazandığınız bu şansı sadece kendinizi tanıtmak için değil müşteri adayınızı tanımak için kullanın.

Soru: Kartla alışveriş kabus haline geldi. Yıllardır kartlarını kullanmamız için baskı yapan kuruluşlar şimdi de tam tersine davranıyorlar. Kriz döneminde müşteri ilişkileri açısından yapılacak bir şey yok mudur?


Müşteri ilişkileri açısından çok önemli bir dönemde sınıfta kaldık. İki büyük hayal kırıklığı yaşadık. Birincisi; Bankalar, müşterileri hakkında topladıkları bunca veriyi kullanamadıklarını ispat ettiler. İkincisi ise; Bankalar ve diğer kart ihraç eden kuruluşlar yıllardır oluşturdukları “güveni” 3 haftada çöpe attılar.

Yıllardır yapılan tanıtım harcamaları boşuna imiş. Veri toplamak ve değerlendirmek için alınan yazılım ve donanım hiç bir işe yaramıyormuş. Müşteri odaklı olmayan kuruluşların “müşteri ilişkileri mumu” da krize kadar yanıyormuş.

Bankalar sanki bir daha “o” müşteri ile hiç görüşmiyeceklermiş gibi (açıkçası bazıları da bu konuda haklı çıktılar) hasmane tutum aldılar. Krizden önce bankaların en sevdiği “müşteri”, borcunu taksitlendirerek ödeyenler idi. Kriz döneminde en çok cezalandırılanlar ise yine bu “en değerli müşteriler” oldu. Yaşadıkları sıkıntıyı müşterileri ile paylaşamadılar. Tam tersine krizde hiç kabahati olmayanları cezalandırarak kendi kuyularını kazdılar. Ne yapılabilirdi?

Müşteri İlişkileri Yönetimininin temel prensibi her müşterinin farklı olduğu ve farklı müşterilere farklı davranılması gereğidir. Bu farklılaşmaya da “sadık” müşterileriniz ile başlayan, “hayırsız” müşterilerinizle biten bir liste hazırlayarak başlarsınız. Bu sıralamayı yaptıktan sonra “sadık” müşteriniz ile ilişkinizi zenginleştirmek, potansiyeli olan müşterilerinizi “sadık” müşteri yapmak ve “hayırsız” müşterilerden kurtulmak için yaratıcı fikirler ararsınız.

Takke düştü kel göründü. Çok başarılı perakendecilik yapan, çok yaratıcı kartlar çıkaran kuruluşların tüm bunları “moda olduğu için”, “rakipler yaptığı için” veya “danışmanlar önerdiği için” yaptıkları ortaya çıktı. Felsefesini özümsemeden, müşteri ile temas noktalarını arttıran şirketlerin uçurumun kıyısına hızla yaklaştıklarını devamlı yazıyor, anlatıyor ancak başarılı olamıyorduk. Bu kriz vesilesi ile belki anlamış olurlar.

X bankasının kredi kartı faizlerini arttırması gerektiğinde, “en değerli müşterilerine” bunu hemen ve tamamen yansıtmaması, ödemeleri erkene çekmek için cezalandırmak yerine ödüllendirmeyi tercih etmesi çok mu zordu? Elbette zor değildi ama içlerinden gelmedi. Ödeme trendini yıllardır takip ettiğiniz müşterinizin “boğazına sarılmak” size ne kazandırdı? Peki neler kaybettirdi? Eminim ki farkında bile değilsiniz. Krizden çıkıp, reklama abanınca kaybettikleriniz geri gelecek zannediyorsunuz ancak yanılıyorsunuz.

Müşterilerime devamlı anlattığım, konferans ve seminerlerde daha geniş topluluklara da anlatma fırsatı bulduğum bir görüşüm var. Adına “sürekli ilişki yönetimi” diyorum. Karşılıklı bilgilendirme ve geri besleme üzerine dayalı bir sistem. Kendi içinde hem pazarlama, hem satış hem de müşteri ilişkileri sorunları entegre olarak ele alınıp çözülebiliyor. Muhattabınızın yaşamındaki öncelikleri ve incelikleri kavradıktan sonra onun yaşamını zenginleştirecek ve yaşam kalitesini yükseltecek önerilerle gittiğiniz zaman bu gayretiniz karşılıksız kalmıyor, ödüllendiriliyor. Başarılı olmak için de kendi yaşam biçiminizi değiştirmeniz, yaşamınızın merkezine bu ilişkiyi yerleştirmeniz ve sürekli olarak iletişimde bulunmanız gerekiyor.

Şimdiye kadar bitmeyen kriz görmedik, er veya geç “normale” döneceğiz. O gün ayakta kalanlar “dostları” ile eskisi gibi hatta eskisinden daha da verimli işler yapacaklar. Bu kuruluşlar kriz yaşamıyor mu? Elbette yaşıyorlar ve belki de krizde “can” veriyorlar. Ama “cenazelerini” de belediye değil “dostları” kaldırıyor.

Soru: Aria adını ve pazarda konumlandırmasını doğru buluyor musunuz?


Aria; yarışa çok geriden katılmakla birlikte hem teknoloji hem de pazarlama açısından ilk iki operatörün yaptığı hataları yapmayacaktır. Bu bir avantajdır. İlk iki operatör bu sektörü kuran şirketler olarak avantajlarını sayısal anlamda kullanmışlar ancak bu avantajları kalıcı kılmak açısından gerekli adımları alternatifsizlik yüzünden çok geç atmışlar, tüketicileri ancak İş-Tim 3.lisansı aldıktan sonra hatırlamışlardır. Bu süre içinde yayılmak ve yaygınlaşmak için çok yatırım yapılmış, müşteri sadakati sağlamak vb. konular ikinci planda kalmış, “fırsatçı” kimlik zaman zaman ön plana çıkmıştır. Sonuç olarak, Aria 555’i “dört gözle bekleyen” bir müşteri kitlesi oluşmuştur.

Bu kitle açısından Aria; isim ve kimlik olarak doğrudur. Logosu ve reklamlarında kullandığı görsel malzeme, mesajı ve hedeflediği kitleyi net olarak ortaya koymaktadır. Avrupa’da GSM operatörlerinin reklamları esas olarak “rahatlık”, “kolaylık” ve “özgürlük” temaları üzerine oturmuştur. Destek olarak “modernlik”, “yenilikçilik”, “ucuzluk” özellikleri vurgulanır.

İlk basın kampanyasına bakarak, Aria’nın, hayatımızı kolaylaştırmayı hedefleyen, yenilikçi, modern bir GSM operatörü olarak lanse edildiğini görüyoruz. Görüntüsü batılıdır. Mevcut diğer operatörler doğrudan hedef alınmamıştır ama, mevcut operatörlerle çalışan “yüzü batıya dönük” tüketicilerin hedef alındığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

“Çok müşteri” yerine “öz müşteri” tercih edilmiş gibi gözükmektedir. Turkcell’in sayısal şampiyonluğu tehdit altında değildir. Ancak gerek Turkcell gerekse de Telsim “karlı müşterilerini” Aria’ya kaptırabilirler. Zaman içinde ürün özellikleri ortaya çıktığında daha net bir fikrimiz oluşacaktır.

Aria isim olarak yabancıdır ama bir muamma da değildir. İş Bankası ve Telecom Italia Mobile gibi iki ciddi ortağı vardır. Bu sektöre girmek ve düğmeye basmak için 6 ayda 5 milyar dolar harcamışlardır. İlk iki operatörden memnun olmayan tüketicilerin, eski numaralarını da koruyabilirlerse (ilk 3 numaranın değişeceği, 7 numaranın aynı kalmasının sağlanacağı söylenmektedir) Aria 555’e geçme kararı vermeleri zor olmayacaktır.

Logosu hakkındaki etik ve hukuki tartışmaları bir kenara bırakırsak, Aria; yoğun mecra kullanımı ve PR desteği ile kısa zamanda, marka yaratmanın ilk aşaması olan “merak uyandırma ve farkında olunma “ faslını başarıyla tamamlamıştır. Bence potansiyel alıcılar açısından referans alınacak kişilere ulaşılmıştır. Bundan sonra ürünün özelliklerinin tüketici tarafından takdir edilip edilmemesine göre bir seyir izleyecektir.