Globus Haziran 2000
Çağdaş pazarlama anlayışı çok değişti.
Çok daha renkli ve bir o kadar da anlaşılmaz oldu.
Kullanılan terimleri anlamak için özel sözlükler gerekiyor.
Reklamcılık, ürün geliştirme, ürün tasarımı,tüketici araştırmaları, satış promosyonu, ve halkla ilişkiler başlıbaşına birer departman oldular. Tüm bu faaliyetlerin koordinasyonu ve sentezi ise şirketlerin en önemli faaliyeti haline geldi.
Eğer pazarlama bir şirketin itici gücü olarak kendinden bekleneni yerine getirecekse, pazarlama süreçleri basitleştirilmeli daha da doğrusu, odaklanmalıdır.
Pazarlama sürecinin en önemli hedefi nedir? Ya da,
Tüm pazarlama fonksiyonlarını birarada tutan sihirli güç nedir?
Bence tüm bu soruların tek bir cevabı var. “Marka” !
Pazarlama; müşterinin beyin labirentinde bir marka inşa etme işidir. Eğer güçlü bir marka inşa edebilirseniz, çok güçlü bir pazarlama programına da sahip olabilirsiniz. Eğer, marka inşaatında başarılı olamazsanız, tüm reklam, ambalaj, promosyon ve iletişim çalışmalarınız çöpe gidecektir. Gördüğünüz gibi formül çok basit: “Pazarlama=Marka”.
Pazarlama her şirketin nihai hedefidir. Fabrika kapısındaki bekçiden, mağazadaki tezgahtara kadar tüm çalışanlar pazarlama sürecinde kendine düşen rolü yerine getirmelidir. Dolayısıyla, marka sadece “marka yöneticisinin” değil tüm çalışanların sorumluluğundadır.
Pazarlamanın bu gelişimi Satıcı mesleğinin ve Satış fonksiyonunun da sonunu getirdi. Marka, tüketicisini henüz mağazaya gelmeden “tavladığı” için mağazadaki satıcının rolü azaldı. Bir hipermarkete gittiğinizde, raflardaki yaklaşık 50,000 ürünün içinden bazılarını tercih edip,alıyorsunuz. Bazılarını da almamayı tercih ediyorsunuz. Aldığınız çoğu ürün mağazaya gelmeden aklınızdaki ürün-marka matrixinden seçiliyor. Bazılarını da rafta gördükten veya mağazada tattıktan sonra almaya karar veriyorsunuz. Ve tüm bu alışverişi herhangi bir tezgahtarın yardımı olmadan yapıyorsunuz. Marka’lar renkleri, anlamları, görüntüleriyle, çağımızın çığırtkanları, tezgahtarları, satıcıları oldular.
Internet’ten alışveriş hızla yaygınlaşıyor. Ekranda karşınızda çok beğendiğiniz bir araba resmi. Renk düğmelerine bastıkça istediğiniz rengi alıyor. Karar vermeniz için gerekli tüm karşılaştırmalar bir, bir ekrana geliyor. Her açıdan üstün bir teknoloji ürünü. Hiç bir galeride alamayacağınız bilgi ve hizmeti ekrandan alabiliyorsunuz. Fiyatı da cazip. Ancak bildiğiniz bir marka değilse, yine de fazla satış şansı yok.
Bu ne biçim “Marka”? veya Her isimden “Marka” olur mu? Diye sık sık sorulur.
Teorik olarak her özel isim bir “Marka” dır. Bunu etkin bir “Marka” yapmak ise bir sanattır. Bir çok bilimle kolkola çalışan bir sanat.
Genellikle Marka’lar mesleklerini onları yaratmaya ve büyütmeye adamış “marka yöneticilerine” başka görünürler, tüketicilere ise bir başka. Marka yöneticileri için “lokomotif markalar”, “klasikler”, “modernler”, “alt-markalar”, “şemsiye markalar”, “gerilla markalar” vardır. Marka yöneticilerinin en büyük yanılgısı tüketicilerin şöyle konuştuklarını sanmalarıdır?
-“Sen kıyafet alırken hangi markayı tercih ediyorsun? Şemsiye markaları mı yoksa alt-markaları mı?”
-“Şekerim ben lokomotif markalardan şaşmam. Ama, çocuklara alışveriş yaparken gerilla markaları tercih ediyorum.”
Tüketiciler böyle konuşmaz. Çünkü markaları bu şekilde algılamaz. Tüketicinin gözünde tek bir marka vardır. O da ürünle özdeşleştirdiği düzgün, özel bir addır.
Marka’nın gücü satınalma kararını etkileme kabiliyeti ile ölçülür. Ambalajın üstündeki marka ile zihinlerdeki marka aynı değildir.
Bakkala süt ve ekmek almak için giren bir tüketici, iki markalı ürünle dışarı çıkar. Sorsanız, hangi marka süt veya ekmek aldığının farkında bile olmayabilir. Aldığı markalar aklındaki markalar olmayabilir, ama bu durum yine de alışveriş kararını etkilememiştir. Çünkü “alt tarafı” bir kutu süt ile bir somun ekmek almıştır. Aynı tüketici bira, sigara veya çukulata almak için markete gitmiş ve aradığı markaları bulamamış olsaydı büyük bir ihtimalle dışarıya eli boş çıkacaktı.
Pazarlamacılar belirli ürünlerin “markalı” satıldığı belirli ürünlerin de “markasız” satıldığı fikrine kendilerini inandırmışlardır. “Marka” nın ruhunu anlayan bir pazarlamacı için “markasız” ürün kabul edilemez. Her tür ürün “marka”lanabilir. İnsan zekası her ürüne yeni bir değer katabilir.
Marka’lar patent ofisindeki bir kaç yüzbin kayıttan ibaret değildir. Siz de bir markasınız.
Hilmi Güvenal