Şahsen bir kategori olarak aile şirketlerini kabul etmiyor değilim sadece başarılı olmaları için gereken atmosferi tanımlamaya çalışıyorum. Ev hayatı ile iş hayatı biribirine karıştığı zaman işler maalesef tatsız bir çorba oluyor. En başarılı kurumlar gelin veya damat dedikodusuna ve kaprislerine kurban oluyor.
Savaş kısmına gelince: Çok doğal olarak, benliğimize yerleşmiş bulunan “en güvendiğin insan” tanımına, yakın aile fertlerimiz çoğu zaman “cuk” diye oturuyor. Ancak askere ailecek gitmiyoruz, gidemiyoruz. Ordu bunu engellemeye çalışıyor. Turkiye’de de böyle ABD’de de. En azından aynı yerde görev yaptırmıyorlar. Sebebini hiç düşündünüz mü? Aile üyeleri içgüdüsel olarak birbirlerini destekler ve korurlar. Savaş anında ise tüm bu duyguları unutup, başka “ülküleri” ön plana almanız beklenir. Kararın zorluğunu ve uygulamanın problemlerini düşünebiliyor musunuz?
İş hayatında da katı iş prensiplerini ailevi hislerin önünde tutmanız gerekir. Bunu yapabiliyorsanız, mesele yok. Ancak ailevi ilişkiler sizi prensiplerinizden taviz vermeye götürüyorsa, aleyhte yazanları haklı çıkarırsınız. Bir ailenin hep beraber şehit olmak istemesi takdirle karşılanabilir. Ancak başarısız bir şirkette hiç bir aile ferdi toplumun gözünde bireysel sorumluluktan kurtulamaz. Savaşta da barışta da aradığımız karşılıklı güvendir. Bu güvenin dayanağı sadece kan bağı olduğu zaman, uzmanlık seviyesi ve hesap verme mecburiyetini otomatikman ikinci plana itmiş olursunuz. Konusunda yetkin olmayan ve hesap verme ihtiyacı hissetmeyen birisiyle ölüme giderken şahsen kendimi pek güvende hissetmezdim.